Barbaros Hayrettin Paşa kimdir, Kızıl Sakal hangi dönemde yaşamıştır, neler yapmıştır, nasıl bir denizcidir?
Denizciliğe Midilli sularında bir tüccar olarak başlayan Barbaros Hayrettin Paşa daha sonra Tunus Sultanı’nın himayesinde Kuzey Afrika’da atıldığı korsanlık hayatına büyük zaferler ve kahramanlıklarla devam etti. Sadece adı bile düşman gemilerini kaçırmaya yeten Barbaros Hayrettin Paşa 1518 yılında Cezayir Sultanı oldu. Fakir ve esir Cezayir ülkesi onunla kısa zamanda zenginlik, refah ve huzur ülkesi haline geldi. Kendisi bir ülkenin Sultân’ı olmasına rağmen şan, şöhret ve saltanat peşinde koşmadığından Osmanlı Halifesi Yavuz Sultan Selim’e biat ederek ülkesi Cezayir’i Osmanlı İmparatorluğu’na bağladı. Ardından Yavuz Sultan Selim tarafından Cezayir Beylerbeyliği’ne getirildi. Denizlerde Ceneviz, Fransız, İspanyol, Venedik ve diğer Avrupalı gemi ve donanmalarına karşı gösterdiği büyük kahramanlık ve başarıların sonucunda da 1534 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun Kaptân-ı Derya’lığına atandı. Komutanlığı süresi içinde Dünya tarihinin en büyük deniz savaşı olan Preveze Deniz Savaşı’nda aleyhine birleşen Avrupa donanmalarını büyük bir hezimete uğratarak zaferlerinin doruğuna ulaştı ve adını silinmeyecek bir şekilde dünya tarihine altın harflerle kazıdı…
Osmanlı İmparatorluğu’nun şanlı Kaptân-ı Derya’sı (Deniz Kuvvetleri Komutanı) Barbaros Hayrettin Paşa 1476 yılında Midilli Adası’nda doğmuştur. Asıl adı “Hızır” olup kendisinden korkan Avrupalılar tarafından “Kızıl Sakallı” manasına gelen “Barbarossa” (Okunuşu Barbaroşa) ismiyle anılmış ve din ve devlet yolunda yaptığı büyük işlerden dolayı da Kanuni Sultan Süleyman tarafından “Dinde hayırlı olan” manasına gelen “Hayrettin” ismi verilmiştir.
Babası, Midilli’nin Osmanlılarca 1462’deki fethinden sonra, kale muhafızı olarak buraya gelmiş bulunan Nurullah Yakub Ağa, annesi ise Katerina adında, sonradan Müslüman olan Midilli’li bir kadındı. Midilli’nin fethinden sonra gösterdiği yararlılık sebebiyle kendisine tımar olarak verilen Midilli’nin Bonova Köyü’ne yerleşen Nurullah Yakup Ağa bu köyde yetiştirdiği çocukları İshak, Oruç, Hızır ve İlyas’ın tahsillerine büyük önem verdi. Dört kardeş, dinî ilimler tahsilinin yanı sıra Arapça, Yunanca, İtalyanca, İspanyolca ve Fransızca da öğrenerek yetiştiler. Bu dört cengaver kardeşten üçü, İshak, Oruç ve İlyas Reis şehit olarak vefat etmişlerdir.
Hızır Reis (Barbaros), Midilli’den Selanik, Serez ve Eğriboz’a giderek, ticaret yapmaya başlarken daha kazançlı olan Suriye ve İskenderiye gibi uzak yerleri seçen ağabeyi Oruç Reis ise, yanında küçük kardeşi İlyas ile birlikte Trablusşam’a gitmek için yola çıktı. Yolda “serseri yatağı bir haydut teşkilatı” olan Rodos (Saint-Jean) Şövalyeleri’nin gemilerine rastlayarak şiddetli bir savaşa tutuşan iki kardeşten İlyas şehit olurken, Oruç Reis de esir edilerek Rodos Adası’na götürüldü. Bu haberi öğrenen Hızır Reis ağabeyini kurtarmak için Krigo adlı bir tüccarla 18.000 akçeyi fidye olarak gönderdiyse de Krigo’nun ihaneti sebebiyle bu girişim sonuçsuz kaldı. Zindandan çıkartılarak Rodos Şövalyeleri’ne ait bir gemide kürekçi yapılan Oruç Reis, fırtınalı bir zamanda kaçmayı başararak Antalya kıyılarına çıktı ve bir Türk köyüne sığınıp, orada 10 gün kaldı. Daha sonra şöhretini duyup kendisini çağıran Mısır Sultanı Kansu Gavri’nin Hind tarafına göndereceği 16 gemilik bir donanmaya Serasker olma teklifini kabul ederek donanmayı alıp İskenderun Körfezi’ne geldi. Oruç Reis’in donanmayla İskenderun’a geldiğini duyan Rodos Şövalyeleri âni bir baskın yapınca Oruç Reis gemileri karaya oturtarak ellerinden kurtuldu. Ardından Antalya’da 18 oturaklı bir tekne yaptırıp Rodos sahillerini basarak korsanlığa başladı. Derhal Divân’ı toplayan Şövalyeler Kralı’nın emriyle hazırlanan 5-6 Rodos gemisi Oruç Reis’i bir limanda bastırdıysa da yine yakalayamadı. Oruç Reis Antalya’ya dönerek o sırada Antalya Sancakbeyliği’nden Manisa’ya tayini çıkan Yavuz Sultan Selim’in kardeşi Şehzade Korkut’un himayesine girdi. Şehzade’nin kendisine hediye ettiği 2 gemiyi almak için İzmir’e giderek leventlerini topladı ve ardından Midilli’ye gitmek üzere denize açıldı. Yol boyunca toplam 5 Venedik gemisini içindeki 24.000 altın ve bol miktarda ganimetle ele geçirerek memleketi olan Midilli’ye ulaştı. Limanda kendisini karşılayan Hızır ve İshak Reis’le buluşarak hasret giderdi. Bir müddet sonra Mısır’a giden Oruç Reis -daha önce Rodos Şövalyeleri’nin yaptığı baskında 16 gemiyi karaya oturttuktan sonra Mısır’a geri dönmediği için- kırgın olan Mısır Sultanı’nın yanına giderek af diledi ve yolda ele geçirdiği 7 düşman gemisini kendisine hediye etti. Oruç Reis’in inceliğine çok sevinen Sultan kendisini ve leventlerini en iyi şekilde ağırladı. Bahar gelince yeniden denizlere açılarak Kıbrıs sularına gelen Oruç Reis burada 5 Venedik gemisi daha ele geçirip ganimet mallarını satmak üzere Cerbe Adası’na gitti. Bu sırada Hızır Reis de Midilli’den ayrılarak ticaret için önce Trablusşam’a ardından da Preveze’ye gitti. Daha sonra Ayamavri Adası Limanı’nda gördüğü ve “Aşık oldum” dediği bir gemiyi satın aldı ve Cerbe Adası’na giderek Oruç Reis’le buluştu. Kendilerine emin bir sığınak arayan iki kardeş 1512 yılında Tunus’a giderek Sultan Ebu Abdullah Muhammed’den gemilerini barındırmak için bir liman istediler. Hak yolunda savaşacaklarını, aldıkları ganimetleri Tunus pazarında satacaklarını, bundan Tunusluların da faydalanacağını, Sultan’a ganimetlerinden beşte bir pay vereceklerini bildirerek bir anlaşma yaptılar. Sultan’la yaptıkları bu anlaşma sonucunda da, Halku’l Va’d Limanı’na (La Goulette) yerleştiler. İşte daha sonra bütün Avrupa’ya “Barbaros Kardeşler” olarak nam salacak Hızır ve Oruç Reis’in tarihe geçen ve Akdeniz’i adeta bir Osmanlı gölüne çeviren seferleri böylece başlamış oldu.
Kışı Halku’l Va’d Limanı’nda geçiren iki kardeş bahar gelince 5 gemiyle denizlere yelken açıp Sardunya Adası açıklarında içinde bal, zeytin, peynir, buğday ve demir bulunan toplam 4 düşman gemisini içindeki 150 esirle ele geçirdikten sonra Tunus’a döndüler. Ertesi bahar Anapoli Limanı açıklarında içinde 525 İspanyol’un bulunduğu sultat yüklü Cavalleria adlı savaş gemisiyle giriştikleri ve 150 levendin şehid olduğu şiddetli savaşta Aragon’dan 60 İspanyol Şövalye’yle 380 İspanyol Askeri öldürüp kalanını da esir ettiler. Oruç Reis’in de ağır yaralandığı bu savaştan sonra 1 gemi daha ele geçirerek Tunus’a döndüler. Sicilya’nın Passero Burnu ile güney İtalya’da Reggio Calabria civarındaki bölgelere baskın yaparak faaliyetlerini arttıran Barbaros Kardeşler’in hemen yok edilmezse ileride başlarına büyük işler açacağını anlayan İspanyollar iki kardeşi yok etmek için üzerlerine 10 adet donatılmış gemi gönderdi. Leventler bir manevrayla bu gemilerden 4’ünü ele geçirdiler. Kaçan diğer 6 gemi ise İspanyol işgalindeki Becaye Kalesi altına girerek yattı. Barbaros’un karşı çıkmasına rağmen Oruç Reis onları da ele geçirmek istedi. Kaleden yağmur gibi top ve tüfek misketleri yağdı. Oruç Reis’in sol koluna misket isabet edip ağır yara alınca 60’dan fazla şehit verdikleri savaşta 300 İspanyol’u öldürülüp 150’sini de esir alarak geri çekildiler. Tunus’a dönen Barbaros bütün cerrahları çağırtıp Oruç Reis’in kolunu kurtarana ağırlığınca altın vermeyi vaad etti ise de çok kötü durumdaki sol kol kesilmek zorunda kalındı.
Oruç Reis iyileşip, bahar gelince İspanyollar’ın korkunç işkencelerle öldürdükleri Endülüslüler’i kurtarmak için yeniden denize açılan Barbaros kıyılardan topladığı binlerce insanı gemilerle Tunus ve Cezayir’e taşıdı. Endülüs’ün El-Meriye Limanı’nda Hindistan’dan mal getiren 1 Flandr gemisini ele geçirdikten sonra Minorka Adası’na demir attı. Ada içlerine giren levendler pınar başında kuzu çevirip, içki içmekte olan yaklaşık 80 İspanyol askerini kılıçtan geçirip 120’sini de esir ederek bir kaleyi ele geçirdiler. Ele geçirilen yüzlerce koyunla levendlerine adada ziyafet çektirerek 3 gün konaklatan Barbaros, Minorka’dan ayrılarak 4 Ceneviz gemisi daha ele geçirdi. Ardından bu gemileri kurtarmak için Cenova tarafından gönderilen bir filonun Amiral gemisini de ele geçirerek Halku’l Va’d Limanı’na girdi. Bu sırada adları başta İspanya, İtalya ve Fransa olmak üzere bütün Avrupa’da destanlaşmış olan Barbaros Kardeşler kışı geçirmek üzere memleketleri olan Midilli’ye gidip dost ve akrabalarıyla hasret gidererek, ada halkını çeşitli hediyelerle sevindirdiler. Burada 3 yeni gemi daha yaptırıp Anadolu’dan levend yazılmak için akın akın gelen genç yiğitlerden seçim yaparak yeniden denizlere açıldılar. İçleri buğday, zeytinyağı, fildişi ve çok sayıda ganimetle dolu 15 düşman gemisini 1.000’den fazla esirle birlikte ele geçirip Tunus’a döndüler. Kışı burada geçirip baharda 12 gemiyle denize açılarak gittikleri Sicilya’da bir kaleyi basıp 300 esir aldılar. Ardından içi şeker, çuha, kurşun, barut, gülle ve seren direğiyle dolu toplam 5 düşman gemisini ele geçirdiler. En büyük teknelerde bile kullanılabilecek derecede kaliteli ve uzun olan seren direklerini seçilmiş 200 esirle birlikte Yavuz Sultan Selim’e hediye olarak gönderdiler. 6 gemiyle İstanbul’a giden Piri Reis hediyeleri Sultan’a sundu. Sultan da Piri Reis ve leventlerine çok değerli hediyeler vererek, Barbaros ve Oruç Reis’e iletilmek üzere altın yaldızlı 2 gemi, elmas kabzalı 2 kılıç ile hil’atlar ve sorguçlar hediye etti. Padişah’ın gönderdiği harikulade gemileri gören Barbaros ve Oruç Reis çok sevindiler. Büyük bir merasim düzenlendi ve bütün Tunus erkanının önünde Piri Reis tarafından Barbaros’a kılıç kuşatılıp, hil’at giydirildi.
Ertesi gün Padişah hediyesi olan altın yaldızlı gemilerine binip İspanyol işgalindeki Becaye Kalesi’ne 2033 levendle çıkarma yaptılar. (1513) Kalelerden küçük olanı teslim olmayınca lağımla havaya uçurularak ele geçirildi. Bir kısmı ölen İspanyollardan 375’i de esir edildi. Arapların da desteği ile 3 gün sonra Büyük Becaye Kalesi’ni 29 gün boyunca döven levendler barutları bitince Tunus Beyi’ne gidip barut istedilerse de Barbaros’un başarılarını kıskanmaya başlayan Bey “Beter olsunlar” deyip barut vermedi. Fakat bu sırada Becaye Kalesi’ne yardım için gelmekte olan silah ve mühimmat yüklü 10 gemilik bir İspanyol savaş filosuna saldıran levendler Filo Kumandanı Mayorka Genel Valisi Miguel de Gurrea da dahil 319’unu öldürdükleri İspanyolların 781’ini de esir edip bütün gemileri mühimmatıyla birlikte ele geçirdiler. Çok zekice bir savaş hilesine başvuran Barbaros bu 10 gemiye Katalan Bayrakları’nı çektirerek 500 levendle Becaye Kalesi’ne yöneldi. Mayorka’dan gelecek bu gemileri beklemekte olan İspanyollar ufukta gemileri görünce yardım geldiğini sanıp sevinç çığlıkları içinde şapkalarını havaya fırlattılar. Kale kapılarını açtıklarında Barbaros’un emriyle hep birden sahile hücum eden levendler “Allah Allah” sesleriyle kaleyi fethettiler. Neye uğradığını şaşıran İspanyollar’dan sağ kalanlar “Mayna Sinyor” diye bağrışarak teslim oldular. Çok stratejik bir kale olan Becaye’nin fethi İspanya’da deprem etkisi yaptı. Elinde fazla esir tutmak istemeyen Barbaros bir süre sonra bütün esirleri İspanyollar’a geri sattı.
Becaye’nin fethinden sonra Türkler’in gücünü gören Araplar ülkenin her yerinden heyetlerle gelmeye başladılar. İspanyol işgalinde büyük acı çeken Cezayir şehri halkının da yardım istemesi üzerine bu şehre 500 leventle yürüyen Oruç Reis şehrin büyük kısmını ele geçirdi. (1516) Cezayir’in ele geçirilmesinden sonra Oruç Reis, Cezayir Sultanı ilan edildi. Cezayir’de yönetimi düzenlemek için kardeşiyle iş bölümü yapan Barbaros Cezayir’in doğu kısmının, Oruç Reis ise batı kısmının idaresini üstüne aldı ve bütün ülkede nüfus ve arazi sayımı yapıldı. Cezayir’i ele geçirerek hızla güç kazanan Barbaros Kardeşler’in gün geçtikçe büyüyen bir tehdit oluşturması sebebiyle telaşa kapılan İspanya bir süre sonra Cezayir Limanı’na 40 gemilik büyük bir çıkarma yaptı. Gece olunca şehir kalesinden gizlice çıkan Oruç Reis 2.000 levendle birlikte İspanyollar’a arkadan bir gece baskını düzenledi. Zifiri karanlık, korkunç bir fırtına ve yağan şiddetli dolu altındaki İspanyollar neye uğradıklarını şaşırıp gemilerdeki askerlerini de indirince birbirlerini öldürmeye başladılar. Bir süre sonra Cezayir Kalesi’nden -Arap, Berberi ve Endülüslülerin de bulunduğu- 2.000 asker daha levendlere yardıma geldi ve sabaha kadar süren çatışmalarda 25.000 İspanyol askeri öldürüldü. Sadece 300 şehidin verildiği bu büyük savaşta İspanyollar’dan 2.700 asker de esir edildi. Oruç Reis’e yardım için Cicel’den hareket eden Barbaros zaferin müjdesini alınca Akdeniz’e açılarak içinde barut, kurşun, kereste, katran, yağ, pirinç ve buğday bulunan 16 düşman gemisini ele geçirip Cezayir Limanı’na girdi.
Cezayir ülkesi’nin en büyük ikinci şehri olan ve sürekli baş ağırtan Tlemsen de İspanyol himayesinde, kötü bir Sultan’ın yönetimindeydi. Fakat huzursuzluğu artan Tlemsen halkı ayaklanarak Sultan’ı kaçırdılar ve Oruç Reis’e bağlılıklarını ilan ettiler. Tlemsenliler’in bu davranışı -böylesi büyük bir şehri savaşsız ele geçiren- Oruç Reis’i çok sevindirirken İspanyollar’ı ise telaşlandırdı. Tlemsen’i, buraya yakın binlerce askerin konuşlandığı çok güçlü bir kale olan Vahran Kalesi’nden yöneten İspanya’nın Afrika’daki en büyük komutanı da bu kalede bulunmaktaydı. Vahran Komutanı kaçan Tlemsen Sultanı’na 20.000 altın göndererek ordu toplayıp şehri geri almasını istedi. Tlemsen önlerinde 2.000 levendin 10.000 İspanyol ve Arap’a karşı yaptıkları ve üç buçuk saat süren savaşta 400 esir dışında düşmanın tamamı kılıçtan geçirilerek öldürüldü. (31 Ocak 1518) Aralarında İshak Reis’in de bulunduğu yaklaşık 1.000 şehit veren levendler kışı geçirmek üzere Kal’atü’l Kılâ’da konuşlandılar. İspanyolların ifadesiyle “Bir an önce söndürülmezse hristiyanlığın büyük bir bölümünü yakacak olan bu ateş”in yok edilebilmesi için İspanya Kralı’nın emriyle harekete geçen Vahran (Oran) Valisi Diego de Cordoba 35.000 askerle Kal’atü’l Kılâ’yı kuşattı. 3 ay bu büyük kuvvete karşı duran Oruç Reis, bıkan düşmanın anlaşma teklifiyle kaleyi boşaltırken -anlaşma dışı olarak- silahlarının da istenmesine karşı çıkarak 1.000 levendiyle birlikte savaşa savaşa şehri terketti. Rio Salado Irmağı üzerinde kurulu köprüye ulaşan Oruç Reis’in amacı, sağ kalan levendleriyle köprüyü geçerek köprüyü atmaktı. Fakat levendlerinin kendisine “Baba” diye seslendikleri Oruç Reis aç ve susuz durumdaki levendlerin yarısı köprüyü geçemeyince köprüyü atmaya kıyamadı ve kılıcını çekerek düşmanların içine daldı. Garcia Fernandez de la Plaza komutasındaki binlerce İspanyol’dan yaklaşık 100’ünün hep birlikte kılıç çekmesiyle şehit edilen Oruç Reis’in başı kesilerek İspanya Kralı’na gönderildi. (10 Ekim 1518) Oruç Reis’in cenazesini almayı başarıp naaşını defneden levendlerden sağ kalan 340’ı kara haberi getirince Barbaros büyük bir üzüntü ile sarsıldı. Ağabeyinin şehit edilmesine duyduğu öfkeyi: “Ah, bütün Frengistan’ı kılıçtan geçirsem, kardeşlerimle yoldaşlarımın intikamını alamam!” sözleriyle belirten Barbaros, Afrika ve Akdeniz’i düşmanlarına dar etmeye and içti. Bu büyük Türk Denizcisi’nin şehit edilmesi İspanya’da ise büyük bir coşku ve sevinçle karşılandı. Öyle ki Garcia Fernandez de la Plaza’ya -oğulları ve torunları ile soyundan gelenler de dahil- İspanya Kraliyet İmtiyazı verilerek, Oruç Reis’in resim ve simgelerini üstlerinde, evlerinde, kapılarında ve istedikleri her yerde ebediyen taşıma ve kullanma hakkı tanındı.
Oruç Reis şehit olunca İspanya İmparatoru Karlos Barbaros’a küstahça bir mektup gönderip, hemen Cezayir’i terk etmesi durumunda canını bağışlama lütfunda bulunacağını söyledi. Barbaros bu mektuba çok ağır bir karşılıkla cevap verince İspanyollar Cezayir’e baharda büyük bir donanma ile çıkarma yaptılar. Kış boyunca buna hazırlık yapmış olan Barbaros, levendleriyle şiddetli bir karşılık vererek 20.000 İspanyol ve İtalyan’ın çoğunu kılıçtan geçirdi. (1519) Yaklaşık 700 İspanyol askeri de “Mayna Sinyor” diye bağrışarak teslim oldular. Kurtulanlar kaçmak üzere 40 kadırgayla hareket ettilerse de kuzey rüzgarıyla çıkan fırtınada kadırgaların 38’i Temnitost Körfezi’nde battı. Gemiler batınca bir kısmı boğulan İspanyol askerlerinden kurtulanlar da tutularak esir edildi. Bir süre sonra sayım yaptırarak 13.000 esiri olduğunu öğrenen Barbaros batan gemilerin mühimmatını denizden çıkarmak için 500 esir görevlendirdi. Yolda zincirlerinden boşalıp isyan çıkaran bu esirler 50 vardiyanı şehit ettiler. Bunun üzerine Barbaros’un emriyle esirlerin üzerine yürüyen levendler 300’ünü öldürdükleri isyancıların teslim olan 200’ünü de ele geçirdiler. Sayıları 36’ya ulaşan esir kaptanların da isyan için çalışma yaptığını tespit eden Barbaros hepsini kırbaçla cezalandırıp ayaklarına pranga vurdurdu. Bu haber İspanya’ya ulaşınca iç baskılardan bunalan Kral büyük tazminat ödemeye mecbur kaldı. Cezayir’e ulaşan İspanyol gemileri 14.000 esirin her biri için 300 akçe fidye ödeyerek esirleri satın aldılar. 36 esir kaptan içinse toplam 3.000.000 akçe (120.000 altın) fidye teklif ettiler. Esirler için vermek zorunda kalınan ve ülkeyi zarara sokan bu yüklü tazminatlar İspanya Kralı’nın canını çok sıkmaktaydı. Fakat Cezayir Uleması’nın karşı çıkıp, deniz konusunda tecrübeli bu kaptanların düşmana verilmesinin uygun olmadığını -ya hapsedilip veya öldürülmeleri gerektiğini- belirtmesi üzerine kaptanları satmaktan vazgeçen Barbaros -isyan girişimlerini gerekçe göstererek- 36’sını da öldürtüp cesetlerini denize attırdı. İspanyollar kara haberi alınca 40 gün yas ilan ettiler. Bu gelişme, İspanya Kralı üzerindeki baskıların artmasına yol açınca baskıdan kurtulmak isteyen Kral bu kez de cesetleri için 3.000.000 akçe teklif etmek zorunda kaldı. Fakat Barbaros bunu da kabul etmeyerek “Türkler yüklü para için çocuklarını bile satar, nerde kaldı ki esirleri satmasınlar!” diyen İspanyollar’a karşı milletinin onurunu koruyarak, düşmanlarına -yakıp yıkmaktan daha sarsıcı- bir darbe vurdu. Barbaros’un, yeni yapılanmakta olan bir devletin ihtiyaçlarına rağmen bu büyük paraya tenezzül etmemesi aynı zamanda Cezayir halkını da çok etkileyerek Türkler’e olan güvenlerini ve takdirlerini arttırdı.
Oruç Reis’den sonra Cezayir Sultanı olan Barbaros, Kuzey Afrika topraklarında Cihan Hakanı’ndan başkası adına hutbe okutulup, sikke basılmasına karşı duyduğu rahatsızlığı Afrika’daki çeşitli Arap Emirlerini kabul ederek kendilerine anlattı. Daha sonra da Hacı Hüseyin Ağa liderliğinde bir heyeti İstanbul’a göndererek ülkesi Cezayir’i Osmanlı İmparatorluğu‘na bağlama isteğini bildirdi. Yalı Köşkü’nde Yavuz Sultan Selim tarafından kabul edilen heyet İstanbul’da 41 gün kaldı. Teklifi memnuniyetle kabul eden Yavuz Sultan Selim Barbaros’u Cezayir Beylerbeyliği’ne atadığını belirten Ferman-ı Hümayun’u verdi. (1519) Ayrıca Barbaros’a verilmek üzere Hacı Hüseyin Ağa’ya mücevherli bir kılıç, sırmalı bir hil’at ile “Beylerbeylik Sancağı” teslim edildi. Heyet Cezayir’e müjdeli haberleri getirince merasim düzenlenerek Barbaros’a kılıç kuşatılıp, hil’at giydirildi. Sancaklar çekilip, gece büyük bir ziyafet verilerek, eğlenceler tertip edildi. Artık bir Osmanlı toprağı olarak yapılanmaya başlayan Cezayir’de “sikkeler” Osmanlı Padişahı adına basılmaya, “hutbeler” de Osmanlı Padişah’ı adına okutulmaya başlandı.
Türkleri Kuzey Afrika’dan sonsuza dek atmak isteyen İbnü’l-Kaadi 40.000 adamıyla 10.000 levende karşı isyan başlattı. 2.000 levendin şehit olduğu büyük savaşta düşmanın -kaçan 700 askeri hariç- tamamı öldürüldü veya esir edildi. İsyan şiddetle bastırıldıktan sonra yakalanan 185 elebaşı hakkında verilecek karar için Cezayir Uleması’nı toplayan Barbaros, Ulemanın: “Sana ve askerine karşı gelenin cezası ölümdür” hükmünü vermesine rağmen -daha önce İspanyollar’a karşı omuz omuza kendileriyle savaşan- bu asilerin bağışlanmasını teklif etti. Fakat ellerinde kılıçlarla infaz için asilerin başında beklemekte olan 185 levend “Şimdi merhamet ve lütuf zamanı değildir” diyerek hep birlikte kılıçlarını kaldırıp asilerin boyunlarını vurdular. Bu terbiyesizliğe çok kırılan Barbaros leventlerini toplayıp 25 gemiyle ertesi sabah Cezayir’i terk ederek yönetimi Araplar’a bıraktı.
Barbaros’un ülkeyi terk etmesinden sonra İbnü’l-Kaadi yönetimine geçen Cezayir halkı da kısa zamanda Barbaros’un kıymetini anlayarak heyetler halinde kendisine gidip ülkenin başına geri dönmesi için ikna çalışmalarına başladılar. Barbaros Cezayir’i terkedeli aradan 3 yıl geçmişti. Şehirde ticari hayat durmuş, asayiş ve huzur kalmamıştı. İbnü’l-Kaadi’nin nüfuzu gün geçtikçe azalıyor ve halkın desteği her geçen gün eriyordu. Ve Cezayir’de, gözler yollara dikilmiş, Barbaros bekleniyordu. Sayıları artan heyetlerin ısrarları, son noktaya ulaşınca Cezayir yolunun artık her şeyiyle açıldığını gören Barbaros bahar gelince 12.000 levendle Cezayir’e yürüyüşü başlattı. Yol boyunca binlerce atlı Bedevi de Barbaros’un ordusuna katıldı. Nihayet Cezayir önlerinde sabah başlayan ve akşama kadar süren savaşta İbnü’l-Kaadi bir Arap aşiret reisinin attığı mızrakla öldürüldü. İbnü’l-Kaadi ölünce, askerleri derhal silahlarını atarak teslim oldular. Barbaros hepsini affederek serbest bıraktı. Ele geçirilen ganimetler, artan nüfus ve canlanan ticari hayatla kısa zamanda zenginleşen Cezayir ise artık “Türklerin Hindistanı” diye anılmaktaydı.
Kanuni Sultan Süleyman “Osmanlı Donanma Komutanlığı”na getirmek için Barbaros’u İstanbul’a çağırınca, Cezayir’i Hasan Reis’in idaresine bırakan Barbaros Hayrettin Paşa 20 gemi ile hareket etti. Yolda, Tunus’dan kaçmış olan 1 gemideki 300 esiri -kaçarken çaldıkları mallarla birlikte- Trapane Körfezi’nde yakaladı. Yol boyunca Sardunya, Korsika, Montecristo Adaları, Elba ve Bonifacio’ya baskın yaparak Messina’da 18 düşman gemisini ele geçirdi. Buradan Preveze’ye geçip, 3 gün kaldıktan sonra beraberindeki 19 büyük Reisiyle birlikte 27 Aralık 1533 günü İstanbul’a vardı. Kışa rağmen kıyılara doluşmuş yaklaşık 200.000 İstanbullu’nun sevinç gösterileri arasında Galata önüne demir atarak maiyetiyle birlikte merasimle karaya çıktı. Düzenlenen muhteşem bir zafer alayıyla Topkapı Sarayı’na gitti ve bir gün sonra Padişah tarafından huzura kabul edildi. Padişah, Divan-ı Hümayun’u toplayarak bütün vezirlerin huzurunda Barbaros Hayrettin Paşa’yı Dünyanın En Büyük Donanması’nın başına geçirerek Kaptan-ı Derya’lığa (Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na) atadı. (6 Nisan 1534)
Barbaros Hayrettin Paşa’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun Kaptan-ı Derya’lığına atanması -10 yıldır bunun gerçekleşmesi düşüncesinden bile korkan- İspanya, İtalya, Avusturya, Almanya ve Hollanda tahtlarına sahip bulunan İspanya İmparatorluğu”nda büyük bir dehşetle karşılandı. Bütün yazışmalara yansıyan ortak korku ise “Türkler’in her yeri ateşe vereceği” söylentisi idi. Ve 1534’ün Ağustos’unda 8.000 levend ve 80 parça gemiden oluşan Osmanlı Donanması’nın büyük bir şaşaa ile harekete geçerek Akdeniz’e açıldığı haberlerinin İspanya yakasına ulaşması ile telaş başladı.
Preveze Deniz Savaşı
Tarihin en büyük deniz savaşı, Andrea Doria komutasındaki “Müttefik Avrupa Donanması”nın harekete geçerek Türkler’in elindeki Preveze Kalesi’ni kuşatmasıyla fiilen başladı. Kale, Arta Körfezi’nin girişine hakim ve kuzeybatı ucunda bunmaktaydı. Preveze Kalesi’ndeki Türk toplarını susturmadan -ki bu çok zor bir işti- hiç bir düşman gemisi Arta Körfezi’ne giremezdi. Bunu gören Andrea Doria, Osmanlı Donanması’nı dışarıya çekebilmek için 25 Eylül 1538’de bir kısım kuvvetlerini ileri sürdü. Kısa süren bir çatışmanın ardından, bu gemilerin geri dönmesinden sonra, Doria, hem Barbaros’u kendisini takibe zorlamak, hem de muhtemel bir fırtınaya karşı Levkas ve Magenisi Adacıkları arasına sığınabilmek için 27 Eylül 1538’de Preveze açıklarına demirledi. Barbaros’un emriyle harekete geçen 122 gemi ve 20.000 askerden oluşan Türk Donanması, tabıl ve nakkareler çalıp, Preveze boğazından şanlı bir şekilde çıkarak Haçlı donanmasına meydan okudu. 6 mil açıldıktan sonra hilal şeklinde dizilerek savaş düzenini alan Türk gemileri başlarında bulunan üçer topu ateşleyerek düşmana saldırdılar. 40 gemilik bir filoyu ileri süren Barbaros, Haçlı donanmasını ikiye bölmek istediyse de tehlikeli gidişatı gören Doria donanmasını derhal Korfu istikametine çekti. Karanlık bastırınca düşmanı izleyemeyen Türk Donanması ise Preveze önlerinde mevzilendi.
Preveze açıklarında her iki tarafın donanması kendi savaş düzenleri içinde birbirlerine doğru yaklaşırken, kuzeyden çok sert bir şekilde esen rüzgar Türk Donanması’nın aleyhine cereyan ediyordu. Rüzgar, Haçlı Donanması’nın arkasından kuvvetle eserken Osmanlı Donanması’na adım atma fırsatı vermiyordu. Ters esen rüzgar sebebiyle donanmanın moralinin sarsıldığını gören Barbaros iki ayet yazdırıp gemisinin iki tarafına bıraktı ve az sonra da rüzgar dinerek Türk Donanması lehine esmeye başladı. Rüzgarın ters dönmesiyle yalnız yelkenle hareket edebilen Haçlı Donanması’nın ön saftaki ağır gemileri hareketsiz kalınca Andrea Doria, öndeki büyük gemilerden şiddetli bir top ateşine başladı. Fakat kalyonlardaki büyük topların menzili kısa olduğundan, bütün mermiler denize düşüyordu. Barbaros da hücum emri verince Türk Donanması boru, nakkare ve askerin “Allah Allah” sesleri arasında ihtişamla ilerlemeye başladı ve uzun menzilli toplarıyla düşmanın büyük gemilerini delik deşik etti. Arka saftaki düşman kadırgaları Andrea Doria komutasında ileri çıktıysa da dayanamayıp kalyonların gerisine çekildiler. Kanlı çatışmalar ve strateji savaşlarının ardından Haçlı gemilerinde kumanda birliği kalmayınca Barbaros, ihtiyattaki Turgut Reis’e düşmanın arkasını çevirme emrini verdi. İki ateş arasında kalıp kayıpları artan Andrea Doria, kaçmaktan başka çare bulamadı. Akşam karanlığı basarken, takipten kurtulmak için bütün gemilerin fenerlerini söndürttü. İki taraftan toplam 120.000 kişinin katıldığı savaş sonunda 30.000 mürettebatı ölen düşman gemilerinden 128 tanesi batırılırken, 29’u da 2.775 personeliyle birlikte esir edildi. Hiçbir gemisini kaybetmeyen Türk Donanması’nın kaybı ise 400 şehit ve 800 yaralıdan ibaretti. (Preveze Zaferi 27 Eylül 1538) Birleşik Avrupa donanmalarına karşı kazanılan dünya tarihinin bu en görkemli deniz zaferinin müjdesi İstanbul’a ulaşınca Fetihname’yi dîvânla birlikte ayakta dinleyen Kanuni Sultan Süleyman, dört bir yana Fetihname’ler yollatarak üzerinde güneşin batmadığı bütün ülkelerinde -zaferin şerefine- şenlikler yapılmasını emretti. Donanmay-ı Hümayûn’la muzaffer bir şekilde İstanbul’a ulaşan Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa hususi bir mecliste günlerce padişahla baş başa kalarak zaferin ayrıntılarını kendilerine anlattı.
Preveze zaferinden bir yıl sonra Barbaros’un yardımcısı Hasan Reis ile Turgut Reis, Nova Kalesi’ni alarak Venedik’i barış yapmaya zorladılar. Birçok adasını ve kalesini Osmanlı’ya bırakan Venedik ayrıca 300.000 altınlık ağır bir de tazminat ödemek zorunda kaldı. Böylece Akdeniz’deki düşman varlığı bitirilmiş ve Osmanlı hakimiyeti tamamlanmış oldu.
Şanlı Kaptan-ı Derya son 2 yılını İstanbul’da geçirdi ve Beşiktaş’taki konağında 4 Temmuz 1546 günü Kadir Gecesi’nde vefat etti. Vefatından sonra Cezayir Beylerbeyiliği’ne vekili Hasan Paşa, Kaptan-ı Deryalığa da Sokullu Mehmet Paşa getirildi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. Kaptan-ı Derya’sı olan Barbaros Hayrettin Paşa 12 sene Kaptan-ı Derya’lık hizmetinde bulunmuş, defalarca keşif ve kerâmetleri görülmüş bir veli, gazi ve mücahit bir kimse idi. Devletin sınırlarını Fas’a kadar uzattı. Beşiktaş’ta bir medrese inşa ettirdi. Serveti ile İstanbul’un bir çok semtine hanlar, hamamlar, konaklar, evler, değirmenler, fırınlar yaptırdı. Zaferlerle dolu savaş hayatında eline hazineler değerinde servet geçtiği halde bunları sürekli dağıtmıştır. Hep şükreden bir kul olan Barbaros Hayrettin Paşa geceyi üçe ayırırdı. Birinci kısmında Kur’an-ı Kerim okur, ikinci kısmında ibadet eder ve üçüncü kısmında da uyurdu.
Barbaros Hayrettin Paşa, kendini denizi seyrederken gören dostlarına “Öldüğüm zaman beni deniz sesi işitilebilecek bir yere defnediniz” diye vasiyet etmiştir. Böylece Beşiktaş’ın boğazı gören -şimdiki iskele önündeki meydanda- Mimar Sinan tarafından yaptırılan türbeye defnedilmiştir. Geriye, Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle yazdırdığı ve başından geçen bütün savaşları ve hatıralarını anlattığı muhteşem bir de kitap bırakmıştır.
günümüzde Deniz Kuvvetleri’mizin her yıl düzenlediği törenler ve top atışlarıyla Denizlerin Şanlı Pîr’i saygı ve sevgiyle anılmaya, şerefle yâdedilmeye devam edilmektedir