Altı-yedi yaşlarında hatta anaokulunu sayarsak dört-beş yaşlarında başlayan eğitim maratonu insan ömrünün neredeyse üçte birini kapsıyor. Küçük yaşlardan itibaren geleceğe yönelik hayaller kurar, umutlar besler, hedefler koyar ve bu hedeflerimizi, hayallerimizi, ideallerimizi gerçekleştirmek için çırpınır dururuz. ilköğretim, lise derken üniversiteye girebilmek ve idealimizdeki mesleğe kavuşabilmek adına sınav heyecanı bizleri esir alıverir. gerek gelecek korkusu, gerek bazı gençlerin üzerinde hissettiği aile ve çevre baskısı “ya başaramazsam” endişesini beraberinde getirir.
Uzun emekler, büyük çabalar sonucunda üniversite sınavı kazanılır. belki hedeflenen bölüm belki “hiç yoktan iyidir” diyerek pek de istenmeyen bir bölümde üniversite öğrenciliği başlar. ülkemizde genel olarak üniversiteler bir meslek sahibi olmak yani “altın bileziği takmak” amacıyla girilen eğitim kurumları olsa da yıllarca üniversite okumanın insana kattığı değerler çoğunlukla göz ardı edilir, arka planda kalır.
bitirildikten sonra meslek sahibi olmak ya da okumuş işsiz olmak gibi konulara çok fazla girmeyelim. asıl konumuz üniversitenin insana kattığı manevi değerler… nedir bunlar?
kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmek; doğduğundan beri ailesinin kanatları altında yaşayan kişilerin özellikle şehir dışında bir üniversiteyi kazanıp gitmesiyle başlar. artık aile fiziki olarak yanında yoktur, her işini kendisi yapacaktır. hayata karşı tek başına, güçlü bir şekilde durmayı öğrenecektir.
sorumluluk sahibi olmayı öğrenmek; kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmekten mütevellit kendi sorumluluklarını üstlenmeyi de öğrenecektir.
sabretmeyi öğrenmek; ailenin koruyucu kanatlarının altından çıkan kişi tek başına farklı bir şehirde yaşarken aynı zamanda hayatın zorluklarıyla da karşılaşacak ve her şeyden yakınmak, dert yanmak yerine sabırla zorlukların üstesinden gelmeyi öğrenecek. zira bundan başka da pek çaresi olmadığını görecek.
aile kıymeti; fırtınalı bir ergenlik döneminin ardından aileden uzaklaşıp üniversite okumak için uzaklara giden genç, anne babasının kıymetini bilemediği için hayıflanacak. mesafelerin yarattığı özlem duygusuna diğer insanların hiçbir zaman anne babasının ona verdiği değeri veremeyeceğini anlamak da eklenince ergenlik döneminde ailesine karşı yaptığı asilikler için pişmanlık duyacak ve bu duygu onu olgunlaştıracak. ailesine hak ettiği değeri gösterecek.
ön yargılardan arınmak; ülkenin bambaşka bölgelerinden, şehirlerinden, köylerinden gelen birbirinden farklı insanlarla, arkadaşlarla tanışacak. o güne kadar belki de kendi kabuğundan çıkmayan genç, bu farklılıklar karşısında ilk etapta belki zorlanacak. ama bu farklılıklar ona ön yargılarından arınmayı öğretecek. her insanın ayrı bir değer olduğunu, farklılıklarından dolayı kimseyi yadırgamamak gerektiğini, hoşgörüyü öğrenecek.
tabiki bu kadar değil… üniversite okumak “meslek” dışında insana bunun gibi daha aklımıza gelmeyen bir çok manevi değer kazandırıyor. bu öğrenilenler de kişiyi erdemli bir insan yapıyor. hayata bakış açısı değişiyor ve hatta bakış açısı çoğalıp insana farklı açılardan bakmayı öğretiyor. en önemlisi hepsinin birbirine zincirleme bağlı olduğu bu değerler insana nasıl mutlu olunabilir, onu öğretmiş oluyor…