Seyyid Nesimî Hayatı ve Eserleri – Hurufilik
Seyyid Nesimî Hayatı ve Eserleri – Hurufilik
Âşık Çelebi, Latifî, Faik Reşat ve Ali Emiri Efendi şairin Diyarbakır’da doğduğunu; diğer kaynaklar ise Bağdat’ta dünyaya geldiğini iddia ederler. Asıl adının İmâdüddin olduğunda ihtilaf yoktur. Doğum tarihi belli değildir. Fuat Köprülü ve Nesîmî üzerine bir doktora çalışması yapan Hüseyin Ayan’a göre 1404 tarihinde henüz 40 yaşında öldürüldüğüne göre 1364 civarında dünyaya geldiği kabul edilebilir. Şairin iyi bir eğitim aldığı eserlerinden rahatlıkla anlaşılabilmektedir.
Daha önceleri Seyyid, Nâimî ve Hüseynî mahlaslarını da kullanan sanatkâr Nesîmî mahlasına dönmüş ve bu mahlasla şiirler söylemiştir. Bu bakımdan Nesîmî edebiyatımızda birden fazla mahlas kullanan ve mahlas değiştiren şairler arasında yer bulur.
Nesîmî’nin hayatındaki en büyük hadise Fazlullâh Hurufî(Esterabâdî) ile karşılaşmasıdır. Daha önce Şeyh Şiblî’ye bağlı olan şair Hurufîlik mezhebinin kurucu olan Fazlullâh ile tanıştıktan sonra ona intisap eder ve onun görüşlerini benimser.
I. Murat zamanında Anadolu’ya da gelen Seyyid Nesîmî Hacı Bektaşî Velî ile görüşmeyi arzu ederse de sapkın görüşleri olduğu düşüncesiyle H.B. Velî Nesîmî ile görüşmeyi kabul etmez.
Seyyid Nesîmî’nin Hurufîlik anlayışını yaymak maksadıyla diyar diyar gezdiği, birçok yere uğradığı bilinmektedir. O bu mezhebin en sadık müminlerinden biridir. Göstermiş olduğu sadakat ve etki zamanın idarecileri ve bazı din adamları tarafından tehlikeli bulunmuş ve ‘zındıklık (münafık, ahrete inanmayan)’ ile suçlanmıştır. Neticede Halep şehrinde kurulan bir mahkeme Nesîmî’yi derisi yüzülmek suretiyle ölüm cezasına çarptırır. Onun ölümü, ölümü esnasında yaşanan birtakım olaylar menkıbelere dahi konu olmuştur.
Nesîmî’nin hicri 807 / 1404 miladi tarihinde henüz 40 yaşında iken öldürüldüğü genel kabul görmüştür. Lakin bu ölümün bu tarihten daha önce ya da daha sonra vuku bulduğunu söyleyen kaynaklar da vardır. Halep şehrinde türbesinin bulunduğu yer onun infaz edildiği yerdir. Cesedinin başka bir yerde olduğu düşünülmektedir.
Edebî Kişiliği
- 1. Sûrete bak vü ma’nî-yi sûret içinde tanı kim
Cism ile cân benim velî cism ile câna sığmazam
Surete bak ve insan yüzündeki manayı gör. Cism ile can benim ama – taşıdığım ilahi sırdan dolayı – cism ile câna sığmam
- 2. Genc-i nihan benim ben uş ayn-ı âyân benim ben uş
Gevher-i kân benim ben uş bahr ile kâna sığmazam
* Genc-i nihan: gizli hazine
* Âyân: görünenler
* Kân: maden
* Bahr: deniz
* Gevher: mücevher, kıymetli maden taşları
Gizli hazine olan benim aşikâr olan her şeyin kaynağı benim. Madenlerin özü benim deniz ile madene sığmam.
Yukarıdaki beyitlerde de görüleceği üzere Nesîmî coşkulu ve lirik bir şairdir. Onun şiirleri dini-tasavvufî Türk edebiyatının hem kuruluş safhasında hem de daha sonraki dönemlerinde şekil, muhteva ve üslup bakımından müessir olmuş ve taklit edilmiştir.
Şiirlerini Azerî Türkçesi ile söyleyen şair zaman zaman halk lisanına yaklaşan bir dil kullanmıştır. Bununla birlikte yeri geldikçe mesleğinin gereği olan tabirleri, ıstılahları ve remizleri de kullanmıştır.
Nesîmî divanında en fazla rastlanan unsurlardan biri insan yüzüdür. Tanrının tecelli ettiği yer olması bakımından Hurufîler insan yüzüne ait birçok mazmunu şiirlerinde kullanırlar.
Hurufîlik:
Her şeyi harf ile izah etmeye çalışan batini bir mezhebin ismidir. Huruf ‘harf’ kelimesinin çoğuludur. Fazlullâh Esterabâdî tarafından prensipleri ortaya konan bu mezhep bazı şairler tarafından da benimsenmiş ve bu düşünce tarzıyla birtakım eserler ortaya konmuştur.
Hurufîliğe göre aslı ve mahiyeti gizli olan Allah ilk görünüşünü kelamla ortaya koymuştur. O hâlde varlığın zuhuru ses iledir. Demek ki her şeyin özü ve esası sestir. Ses canlılarda bilfiil, cansızlarda ise bil kuvve mevcuttur. Sesin kemali, olgunluğu kelam olarak isimlendirilebilir. Kelam insanda sesle kendini gösterir. Söz ise harflerden oluşur. O hâlde sesin ve sözün esası harftir. Kur’an-ı Kerim 28 harfle yazılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.) de 28 harfle konuşmuştur. Fazlullâh ise meşhur eseri Cavidân-nâme’yi 32 harfle kaleme almıştır. Çünkü Fazlullâh eserinde Arapçada bulunmayan pe, cim, je ve gef harflerini de kullanmıştır. Aslında Arapçada da 32 harf vardır. Zira Kur’an-ı Kerim’de yer alan lamelif harfi okunduğu gibi harflere bölünse ‘lam, mim, elif, fe’ harflerine tekabül edecek ve böylelikle Arap alfabesindeki harflerin sayısı da 32’yi bulacaktır.
İnsan kelimât-ı ilahiyyenin tam ve en kâmil mazharıdır. Allah kendi zatında gizli olarak bulunan gayr-i maddi 28 veya 32 harfi Âdem’de zuhura getirmiştir. Âdem’in, dolayısıyla insanın yüzünde 28 veya 32 harfi ve Kur’an’ı nakşetmiştir. Şöyle ki insanın yüzünde yedi hat vardır. Bir saç, iki kaş, dört kirpik. Toplam yedi eden bu hatlar her insanın doğuştan sahip olduğu hatlardır. Bu bakımdan bu hatlara hutut-ı ümmiye (ana hatlar) denir. Her insanın doğuştan getirdiği bu hatlar hâl-mahal dikkate alınarak hesaplanınca 14 elde edilir. Erkeklerde daha sonradan ortaya çıkan yedi hat daha vardır. Bunlar iki sakal, iki bıyık, iki burun kılı ve bir çene çukurudur. Sonradan ortaya çıktığı için bu hatlara hutut-ı ebiyye (baba hatlar) denir. Bunlar da hâl-mahal hesabına tabi tutulunca 14 elde edilir. Hutut-ı ümmiye ve hutut-ı ebiyye birbiriyle toplanınca 28 bulunur. Gerek hutut-ı ümmiye ve gerek hutut-ı ebiyye anasır-ı erbadan (4 ana unsur) meydana geldiği için dörtle çarpılırsa daima 28 elde edilir. Eğer saç ortadan ikiye ayrılırsa hutut-ı ümmiye sekize çıkar. O dahi dört ile çarpılırsa 32 elde edilir. Eğer saç ve çene çukuru bir hatt-ı istivâ (düz çizgi) ile ortadan ikiye bölünürse her iki yüzde de sekizer hat elde edilir. Nihayet bunlar toplanırsa 16, hâl-mahalle çarpılırsa 32 bulunur. İşte Hurufîler var olan her şeyi 28’e ya da 32’ye tamamlamak isterler. Onlara göre hac esnasında Kâbe’yi 7 kere tavaf etmek hutut-ı ümmiyenin sebebiyledir.
Hurufîlikte 3 türlü kıyamet vardır:
1. Kıyamet-i sugra: Küçük kıyamet
2. Kıyamet-i vusta: Orta kıyamet (mûtû kable entemûtû ->ölmeden önce ölünüz) İnsanın ölmeden önce ölmesi tasavvuf düşüncesinde gerçek ölümden önce varlık sırrına sahip olmak ve masivadan vazgeçmek anlamında kullanılır.
3. Kıyamet-i Kübra: Büyük kıyamet. Hurufîlere göre Fazlullâh’ın zuhuru da bir kıyamettir. Zira o ilm-i tevili ortaya koymuş ve gerçekleri gün yüzüne çıkarmıştır.
Hurufîlere göre İsa ve Mesih aynı kimselerdir. Deccal (örten, yalan söyleyen) ise harf ilminden anlamayanın adıdır.
Yine Hurufîlere göre kâinatın devri 3 esas üzerinedir:
1. Nübüvvet (Peygamberlik): Hz. Âdem – Hz. Muhammed (s.a.v.)
2. İmamet: Hz. Ali ile başlar – Hasanu’l Asgarî ile biter.
3. Ulûhiyet: Fazlullâh ile başlamıştır.
Hurufîlere göre Fazlullâh ile birlikte Ulûhiyet devri başlamıştır. Aslında Fazlullâh’ın böyle bir görüşü ve tavsiyesi olmamakla beraber, bağlıları zamanla ibadetleri terk etmişler, ruhu ve ruhun ölümsüzlüğünü inkâra kadar varmışlardır.
Hurufîlere göre insan yüzüne secde etmek Fazlullâh’a, yani Ulûhiyet makamına ibadet etmek demektir. Hurufîler batini bir düşünceye sahip oldukları için birtakım fikirlerini ve ıstılahlarını remizlerle göstermeyi tercih etmişlerdir.
Si vü dü: 32
Bist ü heşt: 28
Hurufîliğin Edebiyatımıza Tesirleri:
Hurufîlik zengin bir edebiyata sahiptir. Sesi, harfi dolayısıyla kelimeyi bu denli önemseyen bir anlayışın zengin bir edebiyatının olması şaşırtıcı bir durum değildir. Edebiyatımızda başta Nesîmî olmak üzere Misâlî (Gül baba), Arşî gibi şairler bu mezhebin sadık birer bağlısı olarak eserler vermişlerdir. Aslen Hurufî olmayan başka divan şairleri de bu anlayışın düşünce ve ıstılahlarından yeri geldikçe faydalanmışlardır. Bunda hemen bütün mutasavvıfların esrâr-ı hurufa inanmalarının büyük payı vardır.
Nesîmî’nin Eserleri:
1. Türkçe Divan:
Nesîmî’nin en önemli eseridir. Hüseyin Ayan tarafından doktora tezi olarak çalışılan bu eserde 3 mesnevî, 457 gazel, 4 müstezat, 3 terci-i bent ve 315 tuyug bulunmaktadır. Yakın zamanlarda 315 tuyuga yeni tespit edilen 36 tuyug da ilave edilmiştir.
Nesîmî’nin divanı Osmanlı ve Azerbaycan sahasında en çok okunan, en fazla çoğaltılan divanlardan biridir.
2. Farsça Divan:
Türkçe divanına nazaran daha hacimsiz olan bu eserde 290 gazel, 7 kaside, 5 mesnevî ve 85 rubâî yer almaktadır. Türkçeye çevirisi Erzurum’da Veyis Değirmençay tarafından yayınlanmıştır.
3. Arapça Divan:
Latifî tezkiresinde Nesîmî’nin Arapça divanı olduğunu da söylemektedir; ancak bu eser ele geçmemiştir.
4. Mukaddimetü’l- Hakaik:
Nesîmî’ye ait olduğu oldukça şüpheli olan Türkçe mensur bir eserdir.
- 1. Deryâ-yı muhît cûşa geldi
Kevnile mekân hurûşa geldi
* Deryâ: Deniz/mec. Varlık
* Cûş: Coşmak, çağıldamak, kaynamak
* Kevn: Varlık, oluş, olmak (yavaş yavaş olma durumu; yaşlılık gibi)
* Hurûş: Coşmak
* Muhît: Büyük deniz, okyanus; Allah’ın isimlerinden biri, mec. Mutlak varlık
ª Telmih: Kur’an’ı Kerim’deki muhîtlere
- 2. Sırr-ı ezel oldı âşkâre
‘Ârif nice eylesün müdârâ
* Sırr: Kıymetli; vadinin orta yeri, merkezi
* Sırr-ı ezel: Başlangıcı belli olmayan sır
* Ârif: (Vasıtasız) bilen, bilici
* Âşkâre: Apaçık, belli, ortada olan
* Müdârâ: Yüze gülmek, saklamak
Ezelî (başlangıcı belli olmayan) sır belirmeye başladı. Bunlara şahit olan Ârif bu sırrı saklayamadı.
ª Telmih: Hz. Ali’nin varlık sırrını saklayamaması
- 3. Her zerre de güneş oldı zâhir
Toprağa sücûd kıldı tâhir
* Zerre: En küçük parça
* Zâhir olmak: Belirmek
* Sücûd: Secde
* Tâhir: Temiz
Her zerrenin vücudunda güneşin büyüklüğü göründü. Hâl böyle olunca temiz kılınmışlar toprağa secde ettiler.
Her zerrenin vücudunda Allah’ın varlığı tecelli edince temiz kılınmış melekler topraktan yaratılmış Âdem’e secde etmişlerdir.
Dünya üzerinde Allah’a secde edilmeyen hiçbir anın olmamasına işaret olarak sücûd kelimesinde imâle-i memdûde yapılmıştır. İlk secde topraktan geldiğimize, ikinci secde toprağa gideceğimize işarettir.
ª Mecaz-ı mürsel: Toprak=yer, insanoğlu (Âdem)
- 4. Nakkaş bilindi nakş içinde
La’l oldı ‘iyân Bedahş içinde
* Nakş: Süs, süsleme
* Nakkaş: Nakşı yapan
* La’l: Kırmızı renkli kıymetli cevher
* ‘İyân: Ortaya çıkmak, belli olmak
* Bedahş: Afganistan- Türkistan ortasında genel bölgeye verilen addır. En güzel la’llerin çıktığı yerdir.
Nakşın (süsün) varlığında nakkaş (süsleyici) belli oldu, ortaya çıktı. Yani ki Bedahş mülkünde kıymetli la’l taşları ortaya çıktı.
Nakkaştan murat Allah’tır (Nakkaş-ı ezelî)
Her nakış onu yapana işaret eder. Mutlak varlık (nakkaş) kaynağı hiçbir zaman tükenmeyen Bedahş madeniyle izah edilmiştir.