Pelikanlar ve İnsanlar
Monterey, Kaliforniya’da pelikanlar için bir cennet köşesiydi. Bu bölgedeki balıkçılar, balıklarını temizledikten sonra iç kısımlarını pelikanlara atarlardı. Kuşlar bu durum dan çok hoşnuttular, karınlarını kolayca doyuruyordu ve tembelleşiyorlardı. Sonunda balıkların iç kısımlarını çıkarmak için başka yollar bulundu; bu da ticaretin bir parçası hâline geldi ve pelikanlar hazır yemeklerinden oldular.Pelikanlar kendi başlarına avlamaya çalışmadılar.
Yiyecek için çaba vermediler, yalnızca beklediler ve giderek zayıfladılar, güçleri azaldı. Birçoğu açlıktan öldü. Kendileri için balık avlamayı unutmuşlardı.Biz insanlar da çalışmadan, didinmeden karnımızı
doyurmaya kalkarsak, yarın pelikanların akıbetine uğramayacağımızı kim iddia edebilir ki?
Gerçek şu ki eğer mutfağa girip yemek yapacaksak, mutfağın sıcaklığına dayanmamız gerekir. Başarının; çabanı dökülen terin, verilen emeğin, bitmek tükenmek bilmeyen sıkı çalışmanın toplamı olduğunu artık anlamalıyız. Kimse eli cebinde iken zirveye tırmanmamıştır.
Bedel ödemenin, rahat olmanın tersi olduğunu düşünürüz.Paradoksal gerçek şudur ki, bedel ödemek ite rahatlık birbirine zıt değildir, birbirini tamamlar. Bir olimpiyat koşucusu gibi, yarışı kazanmak için büyük bir çaba harcamalıyız. Günümüzde; kumarın, at yarışlarının, milli piyangoların, spor totoların, spor lotoların yaygınlaşmasının ve hatta y asallaştırılmasının çok derin bir anlamı vardır. Eğer bir milleti öldürmek istiyorsanız bu şans oyunlarını yaygınlaştırın. Çalışmadan, ter dökmeden, kazanmanın ne demek olduğunu onlara gösterin.
Yani bedel ödemeden, insanları bu tür yollarla para kazanmaya teşvik etmek, onlara yapacağınız en büyük ihanettir.
Her ne olduysa, Türkiye’de kısa yoldan köşeyi dönmek bir gelenek oldu. Banka hortumlamak, naylon faturalar düzenlemek, ihalelere fesat karıştırmak, iltimas, irtikap, adam kayırmak vb. Böyle bir toplumda, insanların ruh ve beyin sağlığı ne kadar sağlıktı olabilir ki?
İnsanlar güneşte yer almak istiyorlarsa, biraz su toplamayı göze almayı öğrendiklerinde, çok şey başarılmış olacaktır. Çalışmak, başarı otoyolunda yolculuk etmenin tadını çıkarmak için ödediğimiz bedeldir. Sırtımızdaki gömleği kaybetmek istemiyorsak, kollarımızı sıvamamız gerekir.
• Reklamlardan
• Kendimizden
• Medyadan
• Siyasilerden
• ünlülerden
• Çevreden
Eğer kendinize kendi “fil kazıklarınız” yüzünden sınırlı olma müsaadesi verseniz, bunları belirlemeden ve incelemeden bunların yararlı veya zararlı olduklarını nasıl anlayabilirsiniz? Şüphesiz içinizde ve gerçek ve doğruyu görmekten alıkoyan sayısız ekran vardır. Bunlar belki bir illüzyon veya duygusal valiz formu içindedir. Şunu anlamamız gerekir. Sizi büyümekten alıkoyan her şey negatif ve gecikmedir. Eğer bir şey veya bir eğitim formu sizi güçsüz bırakıyorsa, bu “fil kazıklarını” çözmek size kalmıştır. Eğer kazığa bağlanmış gibi yaşadıysanız, artık cesaretinizi toplayıp, eyleme geçmenin tam da zamanıdır derim. Kazıklar hedeflere dönüşebilir. Aslında, başkaları tarafından belirlenen kazıklar deviniminizi dolduracak hız sınırı direklerine dönüşebilir. Kendiniz için bir seçim yapabilirsiniz. Hayatınızın geri kalanında kendinizi tuzağa düşmüş hissetmek zorunda değilsiniz. Günlerinizi başkalarını suçlayarak geçirmek zorunda değilsiniz.
Yenilikçi insanlar kendilerine hedefle belirleyerek bunlara göre yaşarlar, unutmayın ki en fakir insan, parası olmayan değil, hayalleri ve hedefleri olmayan kişidir. Bakınız Leonardo De Vinci ne diyor: “Engeller beni durduramaz, her bir engel bende güçlü bir kararlılık yaratır.” Molier de şöyle diyor: “Engel ne denli büyük olursa, onu aşarak kazanılan zafer de o denli büyük olur.” Helen Keller ise şöyle diyor: “Aşılacak engeller olmasaydı, insan yaşantısının eşsiz zenginliği büyük bir neşe kaynağından yoksun kalırdı. Geçilmesi gereken karanlık vadiler olmasaydı, aydınlık tepeye ulaştığınız o an şimdikinin yarısı kadar bile muhteşem olmazdı.”
Şu bir gerçek ki, önümüzde duvar gibi görünen engellerin, olumsuzlukların en büyüğü kendi zihnimizde yarattığımız ve aşılmaz gibi görünen duvarlardır. Bugün birçoğumuz kozalarımızın içinde yaşıyoruz, içerisi karanlık, tozlu ve pusludur. Buraya takılıp kaldığımızı, buradan kurtulamayacağımızı düşünürüz. Herkes, bu kozaya içsel engeller diyor.
Eğer istersek bu kozadan kurtulabiliriz. Dışarıya çıkıp dünyanın ne kadar aydınlık olduğunu görebiliriz. Çoğu insan tüm yaşamları boyunca içsel engellerin içinde sıkışıp kalmış olarak yaşıyor ve bu durumdan kurtulabileceklerini asla bilmiyorlar. Onlar kendi içlerinde yarattıkları engellerin kurbanlarıdır. Hemen hemen bir ışık yok gibi. Kozanın iç duvarını itmek çok zor görünüyor. Ama duvarı itmeyi öğrenenler de var. Onlar her şeyi yeni baştan düşünmeyi öğrenirler. Duvarı sıçrama tahtasına çevirmek için, yeni baştan düşünme zahmetine katlananlar onlar. Kendi özgürlüklerini tümüyle kendi ellerinde tutmanın keyfini çıkarmayı öğreniyorlar. Daha doğrusu kendilerini baştan yaratıyorlar. Bu süreç içinde de insan ruhunun sahibi haline geliyorlar.