Öğrenilmiş Çaresizlik
Öğrenilmiş Çaresizlik: Korku
Antik Çin’de tek bir boğa gözünü bile asla kaçırmamış olan şampiyon bir okçu varmış. Bir keresinde, ulusal bir yarışmaya katılmış ve bütün atışları kaçırmış. İnsanların kafası karışmış ve neden böyle olduğunu sormak için üstada gitmişler.
Üstat şöyle demiş, “Unvanını, onurunu, ve konumunu yitirme korkusu gözlerimi kör etti.”
Korkunun yüzyıllar sürecindeki tarihi, insanların zaman zaman korkularından kurtulmayı başardığını gösterir. Bunun için iki yöntem kullanılmıştır: Birincisi, bizatihi korkunun kendisinden yardım almak, bir kokudan kaçıp diğerine sığınmaktı, böylesi umuda daha fazla izin veriyordu. İkincisi, ilginizi korkuyla hiç ilgisi olmayan başka bir şeye yönetmekti ki, bu da tehlikeyi geçici olarak unutmanızı sağlıyordu.
Hayatta karşılaştığınız olaylar sizi incittiğinde, paniğe kapılmanız doğaldır. Dengenizi yitirmeniz normaldir. Koruyucu kabuğunuza çekilmeyi istemeniz de normaldir. Ama eski hayatınıza ne kadar çabuk dönerseniz, bir kazaya uğrama, riske girme olasılığınız da o kadar azalır. “Korkuyor olmanız, tehlikede olduğunuzu göstermez.” diyor bir yazar. Evet, korku bütün ruhsal dengemizi bozan, yaşama zevkini ve huzurunu kaçıran o korkunç his, içimizdeki cehennemin zebanisidir.
Her an burun buruna geldiğimiz korkular vardır: Ölüm korkusu, yalnızlık korkusu, işini kaybetme, evde kalma, güvensizlik, sevilmeme, karanlık, başarısızlık korkusu. . .
Korkunun merkez üssü bir trafik kazası, mali kriz, yangın veya bir yakının ölümü olabilir. Başınıza gelen ve size zarar veren bu olaylar hayati önem taşır. Bilinçaltınızda bir yerlere korku tohumları eker. Bu kötü olayların sonucundan vereceğiniz tepki, tohumun ölüp ölmeyeceğini belirler.
Korkudan kurtulmak için gerekli olan şey, belli bir zaman dilimine yayılmış direnç gösterisi değil, onunla yüzleşebilme ve beklemeden onu özümleyebilme imkânını veren bir enerjidir; işte bu dikkattir. Dikkat, her çeşit enerjisinin kaynağıdır. Kişinin dikkatini vermesi demek, zihnini,
kalbini tüm fiziksel varlığını vermesi anlamına gelir.
Öğrenilmiş Çaresizlik:Başarısızlık
Günbegün planlar yaparak, kararlar vererek, seçimler yaparak varlığımızı sürdürürken, bir şeyi aklımızdan çıkarmamalıyız: Bizler, kendi hayatlarımızın mimarlarıyız. Kendi kendimiz için kurduğumuz düşler, dileklerimizin gerçeğe dönüşmesini sağlayan ortamı hazırlar.
Başarının, çabaların ürünü, dökülen terin, verilen emeğin, bitmek tükenmek bilmeyen sıkı çalışmanın toplamı olduğunu artık anlamalıyız.
Yeteneklerimizin, elimizdeki kaynakların, kişisel geçmişimizin ve etrafımızdaki fırsatların oluşturduğu eşsiz bileşimi bir düşünelim. Bu faktörleri nesnel bir gözle yakalar ve kalbimizdeki arzuyu keşfedersek, yaşamdaki amacımızı bulma konusunda bir hayli İlerlemiş oluruz. Yani yeteneklerinizi keşfetmek, kullanmak yürekliliğini göstermelisiniz. Güçlükler karşında motive olmuş kişiler çıtayı erişemeyecekleri bir yüksekliğe koyarlar ve sonra da bu yüksekliğe erişmek için gerekli metotları geliştirler. Hepimizin güçlükler karşısında vazgeçmeyi arzu ettiği bir nokta vardır. Hepimizin bir kırılma, kopma noktası vardır. Hepimizin, özellikle zor olan işlerde, ne yaptığımızı sorguladığımız bir an vardır. İşte bu an, güçlükleri yenmemiz için bir ışık olabilir. Belli bir ölçüde esnekliğimizi koruduğumuz sürece, günlük hayatımızdaki iniş çıkışlara karşı daha azimli olabiliriz. Hayatımızdaki engeller ne kadar büyük olursa olsun, onları aşabileceğimiz ve onlardan yararlanabileceğimiz bir yol bulabiliriz. Güçlükleri aşmanın yolu, direnmektir, sebat göstermektir, yılmamaktır. Önce onları tanımak, görmek sonra da üstüne üstüne gidip onları ortadan kaldırmaktır.
Öğrenilmiş Çaresizlik:Muhalefet
Amerika’daki bir araştırma, dört yaşındakilerin yüzde 96 ’sının yüksek bir öz saygıya ve kendileriyle ilgili güçlü bir benlik imgesine sahip olduğunu göstermiştir. Bu çocuklar dünyanın ayaklarının altında olduğuna inanıyorlardı. Astronot,balerin, doktor, kovboy, pilot, her ne isterlerse onu olabilirlerdi. Tipik fantezi oyunları bu hayallerini ne kadar net bir şekilde zihinlerinde canlandırabileceklerini gösteriyordu. İncelemenin çok şaşırtıcı yanı, on sekiz yaşına vardıkları zaman yüzde 5 ’ten daha azının olumlu bir benlik imgeleri olmasıydı. Yol boyunca onlara “Sen şarkı söyleyemezsin, sen beceriksizsin, sen kendini ne sanıyorsun, bunu yapmaya gücün yetmez, kendini boşuna yorma, asla başarılı olamazsın.” denmişti.
Kim bilir, çevrenizdeki kişiler, şu anda bulunduğunuz yerde kalmanız için size yatırım yapmış olabilirler. Sizi sürekli gözetim altında tutarak, şuan bulunduğunuz yerin ötesinde bir başarıya asla ulaşmamanıza neden olabilirler. Kendilerini kaydettiğiniz ilerlemeye bakarak ölçtüklerinden, başarmanız onların seçimlerini ve yaşam biçimlerini tehdit eder. Başarınızın tehlikeli olduğunu hissedebilir ve gizlice sizi hayallerinizden vazgeçirmeye çalışabilirler. Sizi çok yüksek hedeflerinizden caydırabilirler. Somut ürünler ürettiğinizde, sivrildiğinizde, başarılarınız başkalarına sinir krizleri geçirttiğinde biliniz ki, muhalifleriniz var demektir. Yoksa durup dururken insanlar niye size muhalif olsunlar.
Toplumda herkesin birbirinin başarısından sevinç duymaması hayatın üzücü bir gerçeğidir. Keşke herkes kendinden hoşnut olup, sırf kendi değerlerini pekiştirmek için başkalarını küçük görme, hor görme ya da alt etme gereğini duymasaydı. Ama ne yazık ki, her zaman öyle olmuyor.
Pek çok kişi yetersizlik hissine kapılıyor ki, başkalarının yaptığı hamleler karşısında zarif davranmakta zorlanıyor.Hepimiz, çoğu kez muhaliflerin yüksek sesleri karşısında, yaşamlarına sınırlar koyan ve onlara dışardan verilen sınırlar içinde yaşayan insanlar tanırız. Yani bireysel özgürlükleri kısıtlanan insanlar. Bireysel özgürlük kazanılmadan, bize muhaliflerce çizilen dar bir alanda yaşamak demek, yaratıcılığın ortaya çıkmaması demek olmuyor mu? Şunu da büyük bir dürüstlükle İtiraf etmeliyiz ki; hayatın en büyük ironilerinden biri de muhaliflerin inadına onların dediklerinin tersini yapıp başarıya ulaştığımız anlardır. Bu belki de muhaliflerin, söylediklerini çok iyi bir şekilde süzgeçten geçirdiğimiz içindir.
Öğrenilmiş Çaresizlik: Teslimiyet
Bir zamanlar bir hayvanat bahçesinde iki yetişkin kutup ayısı büyük bir kafesin içinde yaşardı. Ziyaretçiler onları görmek için uzaklardan geliyordu ama aslına bakarsanız görülmeye değer pek bir şey de yoktu. Ayılar saatler boyunca dört adım sola, dört adım sağa, kafesin içinde isteksizce yürüyordu. Bazen arka ayaklarının üzerine kalkar, seyircilere şöyle bir bakar ve yeniden eski can sıkıcı alışkanlıklarına dönerlerdi. Kafese kapatılmış bir kutup ayısı başka ne yapabilirdi ki? Sonra bir gün, yeni fikirleri olan bir bakıcı çıkageldi. Böylesine muhteşem hayvanların kafese kapatılmasını doğru bulmuyordu. Hayvanların daha geniş yere ve araştıracak ilginç şeylere ihtiyaçları olduğunu düşündü. Bunun için kafesin çevresine, içinde ağaçlar, kayalar, bir göl, bir şelale, bir kutup ayısının arzulayacağı her şeyin olduğu yeni bir bolüm yaptı. Sonra, büyük bir vincin eski kafesi kaldıracağı gün geldi çattı. Kalabalık bir seyirci topluluğunun önünde rahatsız edici kafes kaldırıldı. Ayılar yeni yuvalarında dolaşmak için özgürdüler; ama ne oldu dersiniz? Sizce ayılar kendilerine verilen bu yeni özgürlüğün tadını çıkardılar mı? Doğru tahmin ettiniz! Kalabalığı ve bakıcıyı düş kırıklığına uğratarak o eski alışkanlıklarını sürdürerek, sağa sola, yürümeye devam ettiler. Bu iki yabani hayvan neden keşif yapma fırsatını kullanmayıp rahatlarına bakmadılar? Onları engelleyen neydi? Onları bundan alıkoyan fiziksel bir engel yoktu. Cevap basit; kendi çaresizliklerinin kurbanı olmuşlardı. Ne yazık ki, bir çok insan aynı şekilde davranır, davranmaktadır. Demirden bir kafesle çevrili olmasalar da, en az onun kadar kısıtlayıcı zihinsel bir kafesin içinde hapsedilmişlerdir. Demir parmaklıklar zihinlerinin içindedir ve kendi öğrenilmiş çaresizliklerinden yapılmıştır.
Öğrenilmiş Çaresizlik: Engellenmek
Aerodinamik teorisine göre, iri arı uçamaz. Çünkü kanadının yayılış alanına kıyasla bedeni, ağırlığı ve vücut şekli uçmasını imkânsız kılar. Fakat bütün bu engin bilimsel gerçeklerden habersiz olan iri arı işine bakar ve her şeye rağmen uçar; üstelik her gün biraz bal bile yapar. Sanırım biz insanlar doğadaki bu ilkeyi bilseydik, öğrenilmiş çaresizlik diye bir kavram olmayacaktı.Bir insanın hayatında, üstesinden gelinmesi şart olan en büyük zorluklardan biri de, “başarısızlıkları” nasıl yorumlayacağım bilmektir. Yenilgileri nasıl ele aldığımız ve neleri saptadığımız, kaderimizi biçimlendirecek sebeptir. Unutmam am ız gerekir ki, hayatım ızın biçim le nm esin e her şeyden önce çok etki yapacak olan, karşımıza çıkan muhalefetle ve zorluklarla başa çıkma biçimimizdir. Bazen acıyla ve başarısızlıkla
ilgili öyle çok referansımız vardır ki, bunları toplayarak, yapacağımız hiçbir şeyin durumu daha iyiye götüremeyeceği inancını geliştiririz. Bazı kimseler her şeyin amaçsız olduğunu, neyi denerlerse denesinler, nasılsa başarısız olacaklarını hissetmeye başlarlar. Eğer hayatımızda başarılara ulaşmak istiyorsak, bu tür inançlara asla yüz vermememiz gerekir. Bu inançlar bizim kişisel gücümüzü elimizden alır, eyleme geçme yeteneğimizi yok eder. Psikolojide bu tür yıkıcı zihinsel durumun bir adı bile vardır: Öğrenilmiş Çaresizlik. İnsanlar bir alanda yeterince başarısızlık biriktirdikleri zaman çabalarını yararsız görmeye başlarlar. Bir insan, yaşamı boyunca ailesi, arkadaşları, çevresi ve hatta bir yığın kısıtlayıcı ideolojiler tarafından koşullandırılıyor ve hele hele bu koşullandırma olumsuz yönde oluşmuşsa, öğrenilmiş çaresizlik de o denli şiddetli olacaktır. Sizi engelleyen olumsuz İnançlar geçmiş deneyimlerinizle
biçimlenmiştir. Öğrenilmiş davranışların sonucudurlar ve onların tersini de öğrenebilirsiniz.
Öğrenilmiş İyimserlik
1980’lerin sonlarında, Pensilvanya Üniversitesinden Profesör Martin Seügman ve meslektaşları, ilk kez kalp krizi geçirmiş, 122 kişiyi sekiz yıl önce yapılmış olan röportajlarda verdikleri yanıtlara göre, iyimser ve kötümser olarak ikiye ayırdılar. En kötümser on altı kişiden on beşi artık yaşamıyordu; fakat, en iyimser on altı kişiden yalnızca beşi ölmüştü. Hepimizin içinde iyimserlik-kötümserlik ibresi olarak adlandırabileceğimiz oynak bir nokta vardır. Bazılarımız daha olumlu, bazılarımızsa daha olumsuz bir temelden başlarız.
Diğerleri daha nötr, bir başka grupsa çok daha oynak bir ibrenin kurbanıdırlar.Bir noktaya kadar bu temeli biyokimyasal yapımız oluşturur. Kendimizi iyi hissetmemizin iç salgılarla yakından ilişkisi bulunduğu bilimsel olarak doğrulanmıştır. Endorphin denilen
bu salgıların kişinin iyi duygular hissetmesini sağladığı ve salgının yapay olarak harekete geçirildiğinde ağrı kesici olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bu salgıların morfin gibi yapay maddelerden daha güçlü olduğu da savunulmaktadır. Hafif bir kötümserlik duygusunun etkisinde olanlara, ibrelerini iyimserliğe doğru çevirmeleri öğretilebilir, böylece de geleceği daha neşeti olumlu bir bakış açısından gör
meleri sağlanabilir. İyimserlik ve kötümserlik aslında çok geniş bir yelpazenin iki ucudur. Bir uçtan başlasak, ibreyi daha iyiye doğru çevirmek için yapabileceğimiz pek çok şey vardır. üstünde yaşadığımız elektromanyetik dünyamıza bir düşünce yaydığımızda, dalgalar yaratırız. Olumlu bir düşünce çok daha etkilidir, temposu daha hızlıdır ve titreşimleri çok daha fazladır.
Olumlu düşünceleriniz, bu elektrik ve titreşim okyanusuna fırlatıldıklarında diğer bütün düşünceleri silip yok edecektir.
Amaçlarına ulaşmak için yollarındaki her şeyi silip süpürecektir; çünkü olumlu düşüncelerin yarattığı dalgalar, büyük taşların suda yarattığı dalgalar gibi büyük olur. İyimserler, işlerin iyi gideceğini, başarılı olacaklarını, yaptıkları her şeyin bir amacı olduğunu umarlar. İyimserler iyimserliklerinde her zaman haklı çıkarlar. Tavırlarının başarılarına katkısı olduğunun farkındadırlar, çünkü amaçlarına konsantre olarak güçlerini doğru zamanda, doğru yerde, doğru şekilde kullanırlar.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/bilgibirikimixe/public_html/wp-content/themes/cata_dekstop/functions.php on line 74
çok güzel bir yazı olmuş teşekkürler:)