Bilindiği üzere Mondros, 1. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti’nin varını yoğunu İtilaf Devletlerine bırakarak teslim olduğu ateşkes anlaşmasıdır. Bu mahiyette bir anlaşmanın arkasına elbette devlette önemli değişiklikler ve kayıpların olması normaldir. Bu yazımızda bahsi geçen gelişmeleri sizlerle paylaşmayı düşündük.
İstanbul Hükümeti, mütarekeden sonraki ilk altı aylık dönemini Osmanlı Devleti’ni I. Dünya Savaşı’na soktuğu ve devleti bugünkü olumsuz ortama sürüklediği gerekçesiyle ittihatçıları sorgulamakla ve İngilizlerle yeniden dostluk kurmanın yollarını aramakla geçirdi. Hükümetin ittihatçılara yönelttiği suçlamalar ve intikam duygusu, zaman zaman Sultan Vahdeddin’in de basın açıklaması yapmasına sebep oldu. Bunlardan biri daha sonra ciddi tartışmalara da sebep sebebiyet verecek olan New York Herald muhabirine yaptığı açıklamasıydı. Sultan bu açıklamasında “İttihatçılara savaş ilân etmiş bulunuyorum” diyerek, ittihatçılara olan kızgınlığını dile getiriyordu.
Halbuki, ittihatçıların lideri konumundaki üç isim Enver, Talat, ve Cemal Paşa’lar ile partinin önde gelen isimlerinden Bahattin Şakir ve Dr. Nazım Bey’ler 2 Kasım 1918 tarihinde Odesa’ya giden bir yabancı gemiye binerek İstanbul’dan gizlice ayrılmışlardı. O sırada Sadrazam olan ve ittihatçılıkla suçlanarak istifaya zorlanan Ahmet İzzet Paşa’ya yolladıkları bir mektupta kaçış sebeplerini “düşman donanması İstanbul’a geldiği zaman orada bulunmak istemedik. Arkamızdan söylenen ve söylenecek olan iftiralara ileri de cevap vereceğiz…” şeklinde açıkladılar.
Başta Sultan ve Damat Ferit olmak üzere, İttihatçılar sözde Ermeni katliamcısı olarak suçlanıyordu. Sultan’ın 23 Kasım 1918’de gazetecilere verdiği demeçte “…Eğer o zaman saltanat makamında bulunsaydım elbette bu elem verici sonuç hiçbir zaman meydana gelmezdi. Türkiye’de bazı siyasî komiteler tarafından Ermeniler hakkında reva görülen işlemleri, sonradan büyük bir üzüntü ile öğrendim. Bu gibi kötülüklerle aynı vatanın çocukları olan insanlar arasında geçmiş olan karşılıklı kıyımlar kalbimi çok derinden yaralamış bulunmaktadır. Tahta geçtiğim günden başlamak üzere bu çeşit olaylara yol açanların en ağır şekilde cezalandırılmaları için derhal inceleme ve araştırma yapılması emri vermiş bulunmaktayım…” dedi. Bu gelişmelerin ardından İtilaf devletleri sözde bu katilleri seçen Meclis-i Mebusan’ın dağıtılması için baskı yapmaya başladı. Baskılara daha fazla dayanamayan padişah, 21 Aralık 1918’de “zaruri siyasî sebepler” gerekçesiyle meclisi dağıttı.
Bu dönemde Saray’ın Müttefik devletlere karşı tutumu tam bir teslimiyetçilik içindeydi. Yalnız I. Dünya Savaşı’nda, yaklaşık 325.000 can kaybedilmiş, mütareke ile askerî güç tamamen kalkmıştı. Düşmana karşı kuvvet kullanılamayacağı fikri; Saray’a, yönetici kadroya ve bazı aydın çevrelere hakimdi. Bu teslimiyetçi tutum, müttefiklere güçlük çıkarılmadığı taktirde, Türkiye’nin lehine anlayış gösterileceği umuduna dayanmaktaydı. Bu yüzden, başta Sultan Vahdeddin ve Damat Ferit olmak üzere bir kısım Osmanlı devlet adamı ve aydını, İngiltere’nin himayesinin kabul edilmesini savunuyorlardı. İstanbul’da faaliyet gösteren İngiliz Muhipleri Cemiyeti de aynı amaç için çalışıyordu. Nitekim böyle bir antlaşma 12 Eylül 1919 tarihinde gizli olarak imzalanmıştı. Antlaşma gereğince “Osmanlı Saltanatı, Büyük Britanya Mandası altına geçmeyi kabul ediyor ve hilâfetin ruhanî ve manevî kudretini İngiliz menfaatine hakim kılınacağını” taahhüt ediliyordu.
Görüldüğü üzere Mondros sonrası durum hiç iç açıcı değildi ve ülke yok oluşun eşiğine gelmişti..