Liderlik Nedir?
Lider, “Herhangi bir kuruluş ya da siyasi örgütün başında bulunan kimse veya önder.” diye yazar sözlüklerde. Fakat gerçek anlamıyla liderlik, önder olma hâli, yaşanılan şartlar-daki çok zengin kişisel nitelikler, beceriklilik, bilimsel kültür zenginliği, kitlesel etkinlik gücü demektir. Özellikle toplumun geleneksel değerlerini, törelerini bilmek, millî hedeflerinden taviz vermeyecek kadar millî şuura sahip olmaktır.
Lider zorlayıcı yollara başvurmaz; sosyal yapıyı âdeta programlaştırır. Şahsi otorite, ileriyi görüş, çeşitli karakter özellikleri, kesinlik, cesaret, doğruluk, zekâ gibi vasıflar lide-rin varlığını sağlar. Peygamberler, Atatürk, Lenin, Mussolini, Hitler… Şahsi liderlik örnekleridir.
Toplumlar düzenlerini kaybedince, şahsi liderlere ihti¬yaç duyarlar. Dağılan ve şaşkınlaşan kitleler liderlerin teklif¬lerini ve değerlerini kabule hazırdırlar.
Tarihte ve günümüzde lider yetiştiren bir okul yoktur ve kurulmamıştır. Liderler çoğunlukla liderlik vasıflarıyla
doğarlar ve zamanla edindikleri iyi ve kötü şartları birer bi¬rer yaşayarak gelişirler. Sonra da yeterli aşamaları geçip, içinde bulundukları insanların kalabalığıyla öne doğru iti¬lirler, kendileri istemese bile…
Dünya tarihinde ansiklopedik tanımlamalara göre lider olarak ilk Dionysos’dan bahsedilir. Yirmi beş asır önce Yu¬nan Mitoiojisi’nde ortaya çıkan, Sicilya’daki “Syrakusa kenti yöneticisidir Dionysos. Eski Yunancada Bacchus adıy¬la geçen bu liderin tanrısal güçlere sahip olduğundan, nor¬mal insanların yapamadıklarını kolayca yapabilmektedir. Bilgi ve sanatsal zenginliklerinden bahsedilir. Hatta bu se¬beple de kurulmuş Dionysos Tiyatrosu’nun asırlar boyunca sanat ve bilim merkezî sayıldığı, Batı’nın eski tarih kaynak¬larında uzun uzun anlatılır.
Elbette ki 20. yüzyılın başından beri, özellikle ‘Siyaset’ denilen ‘halkları idare etme sanatı’nın en üst zirvesine ula-şabilenlere lider denilmesi mantıklı bir tanımdır. Yüzlerce yıl insanlık tarihinde farklı coğrafyalarda yaşayan insan kitlele-rinin idare edilmesinde başarılı olanlara bu unvanın verilme¬si elbette ki en doğal tanımlama biçimidir.
Eski Çağ ve Orta Çağ dönemlerinde oldukça doğal olan bu adlandırma biçimine tarihlerde sıkça rastlarız. Ancak 19. yüzyılın sonlarına kadar kitlelerin idare biçimi Teokratik an-lamdan daha çok Monarşi düzeni idi. Bilinen tarihlerin kırk asır öncelerine kadar inildiğinde adı geçen hâkimiyet sis-temlerinin birbirlerinden pek de farklı olmadığını görmekte¬yiz. Ancak her coğrafyada bunların adları farklıydı: Asya kı-tasındaki coğrafyalarda, Mihrace, Hükümdar, Bey, Kağan, Hakan, İlhan, Şah ve Padişah vb. asırlar boyunca liderlik ifa-de etmek için kullanılmıştı. Avrupa Kıtası’nda da, Kral, Se- zar, Kayzer, İmparator, Çar vb. unvanlar kullanılmıştı.
Fakat bütün bu isimler genellikle baştakilerin soyluluk¬ları, hanedan ailesi oldukları ve sıra gelince tahta çıkmış ol¬dukları için verilirdi. Fakat tarih bilimcilerine göre bu yüzler¬ce unvan sahibi hükümdar arasında yapılan sıralamada li¬derlik vasıfları taşıyanların bir elin parmakları kadar az oldu¬ğunu garip biçimde görmekteyiz. 20. yüzyıl bilimcilerinin yaptıkları sıralamada isimler şu şekildedir:
1. İskender, 2. Mete, 3. Hannibal, 4. Sezar, 5. Attila, 6. Tarık Bin Ziyad, 7. Charlemange, 8. Bilge Kağan, 9. Justin- yanus, 10. Bilge Kül Kadir, 11. Gazneli Mahmut,12. Alp Arslan 13. Kılıç Arslan, 14. Cengiz Han, 15. Osman Gazi, 16. Yıldırım, 17. Fatih Sultan Mehmet, 18. Yavuz Sultan Se¬lim, 19. Babür Şah, 20. Kanuni Sultan Süleyman, 21. Krali¬çe Viktorya, 22. CromweI, 23. Çar Petro, 24. IH. Selim, 25. Mapolyon, 26. Benjamin Franklin, 27. Von Bismarck, 28. II. Abdülhamit Han 29. Lenin, 30. Mustafa Kemal, 31. Hitler, 32. Gandi…
Aslında lider unvanının daha çok siyasi anlamda ülke ya da devleti yönlendiren, etkin biçimde hâkimiyet kuranla¬ra verilmesi en doğru tanımlama biçimidir. Ancak bahsedi¬len liderin hâkimiyet kurduğu coğrafya ve buradaki halk kit-lelerinin şartlarına ve yapısal varlıklarına bakmak gerekir. Hatta bunlar gerçek anlamıyla doğru bir zorunluluk biçimi¬dir kuşkusuz.
İnsanlık tarihi boyunca toplumsal yaşam geliştikçe, ya-şadıkları topraklara ve çevresine sahip olma, geliştirme, hatta onu zamanla genişletme ve de arttırma gayreti içinde olmuştur.
Eski çağlarda İskender, Mete, Hannibal, Sezar, Attila ve Cengiz gibi kıtalar arası çok uzun mesafelere seferler düzen-leyen liderler harekete geçmeden önce, hedef ülkenin ve oradaki coğrafi bölgelerin önemini belirginleştirirlerdi. Eko¬nomik, politik, psikososyal, askerî ve coğrafi özelliklerini in¬celemeden ve de buna göre gerekli olan hareket yönlerini tespit etmeden yola çıktıklarını düşünmek tamamen yanlış olur. Üstelik geçmiş tarihlere bugünlerin mantık açısıyla bak¬mak tamamen gerçek dışı olur. Çünkü geçmiş asırlarda, ör¬neğin Makedonya’dan Ortadoğu’ya, çoğunlukla yaya, kıs¬men atla gelmenin zaman dilimi en azından altı aydır. O böl¬gelerde savaşmak da dahil, yemek içmek, yaşamsal zorluk¬lar, lojistik imkanlar gibi yüzlerce durumun nasıl oluşturula- bildiğini düşünmek hatta, hayal etmek bile mümkün değildir.