Karanlıklar Kenti
Karanlıklar Kenti
Bir zamanlar, bir kente, insanlar gece gündüz karanlık içinde yaşarlarmış. Her gün yalnız başlarına ve her şeyden habersiz hareket
edebileceklerini, dünyanın geniş olduğunu bilmeksizin aynı noktada oturup dururlarmış. Sonra yaratıcı onların yanına gelmiş. On altı tane eli varmış ve çok güçlüymüş. Ve insanlara nasıl hareket edeceklerini öğretmiş. İnsanlar başlangıçta korkmuşlar; ama zam anla, yavaş yavaş, bulundukları noktalan terk edip, etrafa dağılmaya başlamışlar. Bundan büyük zevk almışlar.
İnsanlar bir yere gitmek istediklerinde, elleriyle “görerek” yollarını bulmayı öğrenmişler. Elleriyle içinde yaşayacakları evler inşa etmeyi öğrenmişler. Toprağı ekip daha fazla ve daha iyi yiyecekler elde etmesini öğrenmişler. Yaratıcı onların kahramanı hâline gelmiş. Kendileri için yaptığı şeyler sebebiyle ona hürmet ve ibadet etmişler. Yaratıcıyı çok seviyorlarmış; o da onları seviyormuş. Bir gün yaratıcı ışığı keşfetmiş. Işık ona göz kamaştırıcı bir görüş imkânı sağlamış. Yaratıcı, “Bu halkımın kalbine ölçüsüz bir sevinç getirecek.” diye düşünmüş ve ışığı İnsanlara götürmüş. Başlangıçta insanlar korkmuşlar. Fakat sonra, birer birer, ışığı elinde tutan yaratıcının yanma gelmişler. Birisi,
“çok çirkin,” diye fısıldamış. “Yaratıcının on altı eli var,” demiş diğeri, “o bir hilkat garibesi.” Sonra, insanlar on altı eli çirkin yaratıcıya saldırmış, elinden ışığı almış ve onu ülkelerinden kovmuşlar. Ve Yaratıcının kovuluşunu zafer sarhoşluğuyla kutlamaya kendilerini öylesine kaptırmışlar ki, ışığın yavaş yavaş sönmekte olduğuna dikkat etmemişler. Işık tamamen gidene kadar kimse bunu fark etmemiş.
Tekrar karanlık içinde kalınca, evlerine gitmek için ellerini kullanarak yollarını bulmaya çalışmışlar. Kısadan hisse: Keşifleri, buluşları yaratıkları seviyor, fakat keşiflere, mucitlere, yaratıklara tahammül edemiyoruz.
Sizce de öyle değil mi?