Kadında erkek gibi her şey olur. Yönetimde, idare ve benzeri işlerde erkek gibi meşgul olur. Kadına teşebbüslerinde kimse uzun müddet karşı gelememiştir. Henüz çocuk sayılan yirminci asra kadar medeni milletlerin kadınları pek çok hak kazanmışlardır.
Avrupa’da, Amerika’da kadınlar her şey olmak için kendilerinde yorulmak bilmez bir kuvvet bulurlar. Günün bir dakikasını boş geçirmek onlar için tahammül olunmaz bir azaptır.
Bizim pek biçare kadınlarımızla o oldukça hür kadınlar arasında büyük bir mesafe vardır. O, başarıyla ilerleyen kadınlar, gerek sosyal hayatta, gerek aile hayatlarında başarı sağlamışlardır. Halbuki bizim zavallı kadınlarımız cemiyet hayatında ölmüş, aile hayatında hastadır.
Kadınlarımız için yapacağımız ilk iş aile arasında hakiki mevkilerini tanımamızdır. Sosyal hayata şimdilik dahil olamayan kadınlarımızı hiç olmazsa bu yönüyle yaşatmalıyız. Ekserisi ne vakit birer Saliha, Emine, Semiha olursa o zaman sosyal hayatta kendilerine rehber olan medeni milletlerin kadınları gibi ilerleyebilir.
Bir mebusumuzun söylediği gibi, şu sırada okuldan bile mahrum olan zavallı kadınlarımızdan mebus olmak değil, almayı düşünmek bile boştur. Gerçekte ise kadınlarımız içinde mebusluk bir ihtiyaçtır; fakat ondan evvel o mevkie geçmeye liyakat kazanmak lazımdır. Halbuki; o bahtiyarlığı üzülerek belirtelim ki, gelecekte çocuklarımız görecektir.
Her şey evvela küçükten başlar sonra büyür. Bir insan başlangıçta küçüktür. Yavaş yavaş büyümüş, hayaün insafsız darbeleri altında beli bükülmüş, saçı ve sakalı ağarmıştır. Her şeyde böyledir. Bir millet birdenbire hürriyetini alamadığı gibi çabuk da ilerleyemez.
Kadınlarda bu genel geçer kurala tabi olmaktan kurtulamazlar. Haklarını kazanmak için sarf ettikleri gayretlerin ilk mükafatını pek küçük şeylerde bulurlar. Amele, küçük memur olurlar. Halbuki son büyük bir başarı olan mebus olamazlar. O bahtiyarlığı görmek için bin mania atlamak, kademe kademe yükselmek lazımdır. Temelli, kuvvetli olmayan bina pek çabuk yıkılır. Onun için kadınlarda birden ileri atılmak çocukluğunda bulunmamalıdırlar.
Kadınlarımızın sosyal hayattaki mevkilerine dair birkaç söz daha söylemek isterim.
Uzun tartışmalara kapı açan tesettürün şimdiye kadar yanlış anlaşılması bizi bu hal-i pür melalden kurtaramamıştır. Evet ne yapmaya teşebbüs edildiyse tesettür bir mania olmak üzere ortaya atıldı. Kadınlar, zamanla dehşetli değişime uğrayan tesettür için ezildiler. Peygamberimiz zamanın da bile ticaret, ziraat ve benzeri bu gibi serbest hareketlerinde sıkılmayan kadınlar şimdi, eski kavimlere tanrı olacak kadar büyük gösteren güneşin hayat bahşeden ışığından bile mahrum oluyor. Onun kafesli pencereleri önünde senelerce kalıyor. Bu kadar asırlardanberi yüzlerce binlerce kişinin karıkoca olmak üzere tanıdığı iki arkadaş niçin daima bir arada bulunamasın; Niçin tesettür onları sokaklarda, bahçelerde, otellerde, tiyatrolarda beraber bulundurmaya mani olsun?
Hiçbir iyi şey fena şeyi yaptıramaz. Bu muhakkaktır. Dinimizde madem ki iyidir o halde esaretin aleyhinde bulunacağı herkesin hürriyetini vereceği şüphesizdir. Öyle ise tesettür manayı aslisinden pek uzak kalmıştır. Çünkü şimdiki tesettürle kadınlar yaşadıklarını hissetmiyorlar. Şimdiki tesettür kadınlara”Öl” diyor. Halbuki din, insanların yaşaması için konulmuş bir kanundur. Tesettür hiçbir zaman kadınların hürriyetine set çekemez. Tesettürü “esaret” olmak üzere telakki etmek cehaletten başka bir şey değildir. Tesettürü kendi menfaatlerine hizmet edecek şekilde kabul etmekte ısrar edenler evvela kendi cehalet ve taassuplarını düzeltmelidirler. Çünkü zavallı kadınlardan görecekleri fenalıklar kendilerinin işledikleri cinayetin yanında hiç kalır.
Maziye dönüp bakarak, o zaman bile kadınlarımızın hür olduklarını göstermek istiyorum. Olabilir geçen zamanla her şey değişiyor. Yeryüzünün dört bin sene önce bu halde olduğunu kim iddia edebilir? Tesettürde bir çok cahil ve menfaatperestler arasında değişmiş ve bu günkü halini bulmuştur.
Herhalde ölmüş hakikatleri yaşatacak istikbâl, kadınlarımızın haklarını verecek, tesettürün yaşamaya mani olmadığını gösterecektir. Kati olarak söyleyebilirim ki; kadınlarımızda her şey olabilir ve olacaktır.
Kadınlarımızı sosyal hayatta yaşatacak okullarımızdır. İnsanlar ilk terbiyeyi anne kucağından alır. O ilk terbiyeyi tamamlayan, insana insanlığı öğreten okullardır. Halbuki bizim kız okullarımız yok denecek derecede azdır. Bunun için kadınlarımız cahil kalıyor, temasta bulundukları her şeye yabancı gözle bakıyorlar.
Niçin bizimde Fransızlar, İngilizler, Almanlar ve diğer gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bir çok okullarımız olmasın. Mevcut gelişmeyi süratli bir şekilde kabulde tereddüt etmeyen zeki ve faal Japonlar bile hayret edecek derecede eğitimi ilerletmişlerdir. Japon tarihi göz önüne getirilsin. Vaktiyle ne kadar mutaassıp ve cahil olan Japonlar şimdi ne kadar büyük gelişmede bulunuyor, medeniyeti ne kadar isteyerek kabul ediyor. Öncelikle kadınlara pek o kadar önem vermedikleri halde şimdi ufak bir isteklerini karşılamaya çalışıyorlar, bir şehirde ana okulu bulunmayacak
olsa kendilerini talihsiz sayıyorlar.
Çin’den, Kore’den geçerek pek eski zamandan beri kendi halinde yaşayan Japonlar dört asırlık bir müddet zarfında Avrupa ile temasta bulundular. Tabii bundan önce yabancılarla ilişkilerde bulunmuyorlardı. İşte bu müddet içinde bütün kuvvetlerini sarf ederek Avrupalılara yetiştiler. Halbuki biz asırlarca Avrupalıların yanında bulunduğumuz halde Japonya kadar ilerleme gösteremedik. Japonya kadar kadınlarımızı cehaletten kurtaramadık.
Japon kadınları hakkında yazılmış bir makale de dikkatinizi çekecek bazı mühim parçalara tesadüf ettiğimden özetle naklediyorum.
“Kadınların eğitim ve öğretimi daimi bir mesele teşkil etmiştir. Tabii olarak memnuniyet verici bir tarzda bu meselenin halli kolay değildir. Bizde yeni idarenin tesisinden beri (II. meşrutiyetin ilanından beri) bilhassa Avrupalılar derecesinde bunun, kadınların eğitiminin önemini öğrendik.
1871’de tahsil ve terbiye maksadıyla bir takım kızlar Amerika’ya gönderildi ki bunlardan biri şimdi son savaşta adı meşhur olan Amiral Oriyo’nun karısı diğeri ise Japonya’nın baş komutanı Mareşal Marki Oyama’nın karısı Markiz Oyama’dır. Okulu bulunmayan hiçbir köy yoktur. İlk öğretim mecburdur.
Milli Eğitim Bakanlığının 1901-1902 senesine ait ve (Fransız) adası dahil olmadığı halde düzenlenen istatistiğinden; bu sene zarfında kız çocukların adedi 3.590.391 idi. Bunlardan okul öncesi eğitime 1.632.018 kız çocuk devam ediyordu.
Okula devam çağında bulunan ve belirli bir eğitim almış olan 5.720.926 çocuktan 254.344’ü kızdı.
Diğer okullara gelince: devlet okullarında 230.955 ve özellerde 3.437 kızdır. Bu sene içinde Öğrenimde bulunan çocuklardan yüzde 78-93 erkek ve 80,81 kız bulunuyor.
Bu senede 182’si devlet ve 72’si özel ki; toplam 254 ana okulu vardı. Devletinkilerde 8927 ve özellerde 2137 kız mevcuttu.
Kız okullarında eğitim süresi dört senedir. İki seneyi geçmemek ve arzu edenlere açık bulunmak üzere kızlara mahsus sanayi kısmı da vardır.”
Okulsuzluk dehşetli bir hastalıktır. Bu hastalığımızı iyileşinceye kadar hafif geçiştirmek için bazı mühim tedbirlere müracaat çok gereklidir.
Kızlarını mükemmel bir kadın olarak yetiştirmek anne ve babanın vazifesidir. Bu iki vücut semerelerini hasta olarak toplumun arasına atmak istemez, belki hastaları iyi edecek bir iktidara sahip olmasını arzu ederse onların ihtiyaçlarını mümkün olduğu kadar karşılamalıdırlar.
Okulsuzluk hakiki bir fakirliktir. Fakat biraz iktidarı olan anne ve babalar bu yoksuzluğu fedakarlıklarıyla ortadan kaldırırlar. Bir çocuk yalmz okulda değil evinde de eğitim görür. Eğitim için mutlaka okul tahsis olunmamış tır. Madem ki okulumuz yok, evimizde bulunduracağımız öğretmenler bu amaca ulaşmada yeterlidir.
Kadının sosyal hayattaki mevkiini incelerken kazanacağı hürriyetiyle ne kazanacağını ve erkekler gibi işgal ettiği mevkide nasıl yaşayacağını bilmek lazımdır.
Kaynak: İslamda Feminizm