1- Hizmetçi:
“Hizmetçilerin hepsi, az istisna ile genç köylü kadınlardır. Bazıları orta halli köylülerin çiftliklerinde kalır. Orada şehirde çalışmak hülyası olmamak şartıyla en mesut onlardır.
Mesutturlar, çünkü çiftçi kadın ve kızlan da çalışırlar. Genç ve zengin köylü kızı çalışmayı sever. Kendisi ve hizmetçisi arasında pek yakın bir münasebet vardır. Aynı sofrada yemek yerler. Çalışılacak günler ay m elbiseyi giyerler.
Hasat ve ziraat zamanlarından başka çiftlikte hayat pek güzel geçer. Her gün gönül rahatlığıyla çalışırlar. Kadınlar gevezelik eder ve erkeklerde sigaralarını içerler.
Kasabada da hizmetçi kadın iyi yaşayabilir. Bazen iğfal edilir ve yavrusuyla terk olunur. Çocuğun babasından nafakasını talep eder. Kabahatini yüzüne vurduğu halde baba üzüntü bile duymaz. Eğer kadın isterse bir koca bularak zavallı yavrusunu da yanma alır.
Şehirdeki hizmetçilerin hali büsbütün başkadır. Paris’te on altıncı katta küçük ve dar odalarda barınırlar. Orada yazın sıcaktan bayılır, kışın soğuktan titrer. Hiçbir kanun çalışacağı müddeti tayin etmemiştir. Bazen sabahın onundan akşamın on, on birine kadar çalışır.
Lokanta hizmetçilerine gelince; Yalnız bahşişlerden ve müşterileri memnun ederek aldıkları paradan başka maaşları yoktur. Onlar bu halde kadın değil, hayvandırlar. Çünkü merhametsizce istihdam olunurlar.
Genç köylü kız şehre geldiği vakit yanakları pembe ve kalbi hayallerle doludur. İyi bir eve düşerse mesuttur. Fakat acaba bunların arasında ne kadar felaketzedeler vardır? Bunu yalnız doğumhaneler, sokaklar ve zavallıların sığındıkları yerler söyleyebilir.
Çoğunlukla evin hanımı ile hizmetçi arasında şiddetli bir mücadele devam eder. Kim kabahatlidir? Şüphesiz her ikisi de. Lâkin büyük mevkide bulunan daha kabahatlidir.
Hizmetçiler Amerika ve İngiltere’de evin hanımı ile uğraşabilirler. Eski esaret zincirleri artık kırılmıştır. Taraflar yeni kanunların yeni çalışma kuralları koyduğunu henüz anlayamadılar. Öyle bir zamana şahit olacağız ki hizmetçilik küçük manasından kurtularak ayrıca bir ilim olacak ve kurallara bağlanacaktır.
Ailelerimiz nezdinde bulunan küçük mürebbiyeler hakikaten pek zavallıdır. Günde bir dakika hürriyetleri yoktur. Müsaadesiz bir yere gidemezler. Gece yalnız kaldıkları vakit kendilerine ayrılmış olan küçük bir daireye çekilirler, fakat orada da rahat olamazlar. Zira komşularından ince bir tahta perde ile ayrılmışlardır. Aramızda bulunan esirlerden biri de hizmetçidir ve en ziyade merhamete muhtaç olanıdır.
Hizmetçi, feryadı işitilmek istenmeyen bir zavallıdır. Alacağı birkaç paraya karşılık görmediği hakaret kalmaz. Ne yapsın? Biçare oda muhtaç. Evinde hasta kocası üç çocuğu dört gözle gayretli kadını bekliyor.
Annesinin sıcak sinesinde okşanarak büyümek mutluluğundan bile mahrum olan zavallı yavrucaklar iki parça ekmek bir yudum suyu da bulamazsa ne olur?
Oh, İşte tabiatın haksızlığı! Nedir Ya rab! Anlaşılmaz bir muammadır ki, daima zayıflar menfaatlere kurban oluyor. Hizmetçi de insan değil midir? Onu da bir ana doğurmamış mıdır? Onun da bir babası yok muydu? Ne olsa oda her zaman insandır. İnsan insana nasıl esir olur?
Gösterdiği fedakarlık pek büyüktür. Kendi gibi bir ananın mahsulü hakimlerinin ayakları altında ezilir, yardıma muhtaç ailesi için her şey olur da yine ağlamaz ve her dakika tükenmez bir çaba ile çalışır. Zavallılara acımalısınız! Böyle dayanaksızlara acımak ve onları yaşatmaya çalışmak insanlığın gereğidir.
İstikbalde hizmetçiler pek çok iyilikler görecekler haklarını müdafaa için kendilerinde kuvvet bulabileceklerdir. O zaman, kanun yapıldığı vakit, onlarda yaşadıklarını hissedeceklerdir. Çünkü bir düzen dahilinde geçecek olan hayat her halde başkadır.
2- Amele:
Gelişmiş ülkelerin büyük kurumlarında görülen, binlerce hizmetçilerden başka bir şey değildir. Koca fabrikaların uzun bacalarından mavi semaya doğru yükselen dumanlar oracıkta kaç yüz hayatın sürekli bir çaba karşılığında geçindiği ve medeniyet alemine ne büyük hayatlar terk ettiğini gösterir.
Ameleler hayatlarını para karşılığında satarlar. Işıktan mahrum olan odacıklarda, kirli hava içinde çalışarak benizleri sararır, zayıf vücutları titreyerek hayatın darbelerine mukavemet eder.
Gazeteleri bazen sevmez, hiç okumak istemezsiniz, çünkü o gün istemediğiniz haberlerle sizi üzmek istiyor. Evet, bu kesindir. 31 Martı nefretlerle okumuş, belki gazeteyi parça parça etmek istemiştiniz. Halbuki 10 Temmuzu ilan eden gazeteyi inanmayacak derecede bir sevinç ile pek çok defa okudunuz ve masanızın en iyi köşesinde sakladınız.
Bir gün yine size aynı sayfalar binlerce kişinin ekmek için gittiğini haber veriyor. Petrol madeninde müthiş bir patlama meydana gelerek pek çok zavallı amele enkaz altında kalmış ve aileleri, perişan ağlaşıyor. İşte tabiatın evlatlarına bir mükafatı daha!…
Bir memlekete hayat veren fabrikalar gibi büyük müesseselerdir. Gözümüz önünde deveran eden Fîereke Çuha Fabrikası memleketimize ne büyük bir iyilikte bulunuyor. Yüzlerce kadın burada bir arada çalışıyor. Ahalimiz kendi mahsullerini seve seve kullanıyor.
Ümit ederiz ki, yakında böyle pek çok fabrikalarımız bulunacak ve bütün Osmanlılar orada çalışarak ataletten kurtulacaktır.
Gelişmiş ülkelerde kuvvet halkın elindedir. Çünkü çoğunluğu onlar teşkil ettikleri için isteklerini dinletebilirler. Halkın önemli bir kısmını teşkil eden annelerin silahı da Grev-tatil-hakkıdır. Ellerinde bulunan birkaç paraya güvenerek işlerinin başından arzuları kabul oluncaya kadar çekilirler. Fakat bu hal bazen aksi tesir göstererek çalıştıkları yerden ayrılmalarını gerektirir. Bu da amirlerinin karşılık olarak kullandıkları silahın başarılı sonucundan başka bir şey değildir.
Macaristan’a giden Osmanlı seyyahları oradaki fabrikaların amelesini gördüler. Ben izlerinin ne kadar sarı, vücutlarının ne kadar zayıf olduğuna ve çocuklarının sokaklarda pek acınacak surette yalnız kaldıklarına şüphesiz dikkat etmişlerdir. Anne ve baba ihtiyaç için mutluluk yuvalarını terke mecbur olursa o aileden beklenilen hakiki saadetin mevcut olduğu iddia olunabilir mi? Halbuki en mesut gibi görünen kısımda ameledir.
3- Memur:
Memurda bir ameledir. Yalnız bir fark vardır ki, ameleden hür ve serbesttir.Yoksa her ikisi de esir ve hizmetçidir.
Gelişmiş ülkelerde kadın memur pek çoktur. Bankalarda, hayat ve yangın sigortalarında, postanelerinde, telefon idarelerinde, vazife başında kadınlara tesadüf olunur.
Mağazaya giriyorsunuz, kasada bir kadın görürsünüz. Güler yüzlü bakışlarla sizi karşıladıktan sonra başını öne eğerek defterdeki hesaplarıyla meşgul olur. Sonra biraz ileride alacağınız şeyleri size birer birer gösteren madam Vazali, çıkarken paketinizi büyük bir süratle hazırlayarak bağlayan sevimli kadınları da görürsünüz. Bunlarda memur, bunlarda oranın hizmetçisidir.
Sanatkar-kadınlardan, tabip, eczacı, banker, avukat, marangoz, arabacı vesaire görülmüştür. Kadınlar içinde pek büyük yazarlar, aktrisler, musikişinaslar, ressamlar yetişmiştir.
Bunların eskiden beri meşhur olan terziliğinden, aşçılığından uzun uzadıya bahsetmeyi fazla addederim.
Rusyalı doktor madam Vazel (Vera Dançokof) ve ilk defa bir üniversite hocası olan Almanyalı Madam (Elizabeth Alhangoltehaynet)’i, Amerikalı banker Madam(Hariman)’ı daha yeni tanıdık.
Kadınlarda büyük yazarlar ve aktrisler görülmüştür. Fransa’nın en meşhur aktrislerinden Madam (Sara Bernar)’ı hepimiz işittik. Bu büyük aktristin hayatı pek karışık geçmiştir. Komedi Fransız’dan istifa etmek pek güç olduğu halde biri 1870’de diğeri 1880’de olmak üzere iki defa burayı terkle 145.000 frank ödemeye mecbur olmuştur. 1883’te aktris Madam (Mary Kolombiye) ile bozuşmuş ve 1884’de senet adrese çekilmiştir.
Sara Bernar aynı zamanda bir yazardır. Gaslub gazetesinde yazarlığı vardır. İtiraf ve Adriyen Lorkuru isminde iki piyes yazmıştır. Hatıratım, Jose töde 1905’te yayınlanmıştır. Sara’nın piyes yazarı Moris Bernar isminde bir oğlu vardır. Oğlunun, Anjelo, La dam Kamelye, Jan Dark, Teevvüd Vera, Peder 1893, Jismonda 1894, La Sortiyer 1903, Toska 1887 ismindeki oyunları meşhurdur.
Rusya’nın Sera Bernar’ı (Baryatinsky) ve Sen Petersburg’da Hellas piyesinde genç Yunanlı rolünü başarıyla oynayan madam Lina Kavalyeleri de meşhur aktrislerdir.
Varyetede Simon Bogorin rolüne çıkan Marsel Lande’yi ve Londra’da Roje Loonet piyesinde genç kız rolünü başarıyla temsil eden altı yaşında miss Vilson’u unutmamalıyız.
Fransa’nın on yedinci asırda yetişen, hürriyet fikirleriyle meşhur Joj sanları, Mariyada resimleri ve İtalya’nın büyük Rose Millaları, Romanya’nın kamil silvaları (Romanya Kraliçesi Elizabeth hazretlerinin nam-ı müstearı idi. Kral Şarl ile evliliğinden önceki eserlerinde görülür. “Romen Şiirleri” ve ” Bir kraliçenin Düşünceleri” meşhurdur. Çağımızın seçkin edebiyatçılanndandır) ve Japonya’nın ‘Rangaçu’lan, Çin’in ‘Morangoni’Ieri gibi büyük yazarları hatırlatırken bizim Osmanlı yazarlarını unutmamalıyız.
Koca Mosse: “İnsanları eşitlikte görmeyenler insanlığın ne demek olduğunu bilmeyenlerdir” diyor. Yazarlardan bahsederken bize en yakın olması lazım gelen Osmanlı kadınlarını unutmak doğru olmaz.
Resimli kitapta anlatılan muhit de, Taninde ve sair mecmualarımızda parlak yazılarını okuduğumuz Halide Salihler, Sabahta Güzide makalelerini gördüğümüz Fatma Aliye’ler Yeni Gazetede özel bir yer işgal eden Emine Semiha’lar, ve sair pek çok muhterem kadınlarımızın imzalarıyla bir edebiyat mecmuamızın tanıtüğı Madam Zabel Yeseyan, Madam Serpuhi, Dosab Paşa ve Madam Zabel Asador gibi Ermeni edebiyatçıların da kıymetli imzalarım görürüz.
Raif’in Anası, Heyula ve çok eşlilik, Huzur yazarları arasında “Süslü adamlar” romanı yazan ve Zagile edebiyat dergisinde bir çok serbest şiirleriyle tanınmış madam Zabel Yeseyan’da unutulamaz. Büyük yazar ve ressam Yeseyan Efendi ile evlenmeden önce 1895/1311’de adı geçen gazeteye yazı yazmıştır. Madam Zabel’in Paris’te yayınlanan edebiyat dergilerinde pek çok başarı kazanmış eserlerine rastlanmaktadır.
Kadınların içinde tarihçiler, fıkıh otoriteleri vardır. Çok eskilere gitmeye gerek yok. Geçende Fransa’da Madam Damaliz’in otomobillere adam kurtaracak bir alet koyarak başarı kazandığını ve Londra’da prensin savaş gemilerinde topların hedefi tutturabilmesi için bir alet icat ettiğini işittik.
Seyyahları, kaşifleri ve kara,hava ve deniz yollarının kahramanı olan kadınları da söyleyecek olursam şaşmayınız. Çünkü kadınlar her şey olabilirler. Onların eşitlikten yararlanacak kadar kuvvetleri vardır. Esirleri kuvvetlendirmek hakimler için mağlubiyete atılmak demektir. Hürriyetlerini dört gözle bekleyen zavallı esirler hakimlerinden alacakları ufak bir kuvvetten yararlanmasını pek güzel bilirler.
Zaman ne kadar çabuk geçiyor. İnsan ne olduğunu anlayamadan daima bilmeyerek yaşıyor. Hürriyetimizi alalı iki sene oldu (1908’deki II. Meşrutiyet kastediliyor). Halbuki sessiz bir hayat geçirmeye mahkum olan Rumeli hisarında gördüğüm bütün donanmış vapurlar ve her taraftan sallanan beyazlı, kırmızılı mendiller, nutuklar, konferanslar, tiyatrolar hep gözümün önünden şimdi olmuş gibi geçiyor. Boğazın sessizliği malum. Ya İstanbul’un hali ne idi? Oh! Ya Rab! O mazi ne hayattı? Bir sürü halk ” Yaşasın Osmanlılar, yaşasın hürriyet” haykırışlarıyla Babı-âli caddesini çıkıyor. Mızıkalar, el şakırtıları, bağrışmalar, herkesin üzerinde büyük bir etki bırakıyor.
İşte bu iki senelik süre zarfında kadınlarımız üç dergi gördü. Zimmet, Kadın, Mehasin. Bu üç dergi çok uzun bir süre yayınlanmıştır. Hürriyetimizin bu güzel semerelerim yine takdirden geri kalmam. Fakat şunu söylemekten de kendimi alamam ki; kadınlara mahsus bir mecmua, onların bütün ihtiyacını def’e kafi olmalı ve bir kadın gazetesi denilebilmelidir.
Zimmet bize 22 Teşrin-i evvelde yapılan kadm gösterilerini haber veriyor. Nümayişler Karadağ prenslerinden Kasenya ile Vera’nm eser-i tertibidir. Haklarını ezmek isteyen Avusturya’ya karşı binlerce kadın ağzı “Harp isteriz” diye bağırıyor ve Çetinenin sokakları ellerinde Karadağ bayrakları bulunan vatanperver kadınlarla doluyor. Sonra memleketimizin mükemmel bir mecmuası olan
Şehbal’in sahifelerini karıştırınız kadın askere tesadüf edersiniz. İngiltere’de vakt-i harbde askere muavanet de bulunmak üzere ve İsveç’te Selamet Ordusu namıyla bir kısım asker kadınlar vardır. Selim Sırrı Bey’in İsveç hatıralarını okuyanlar selamet ordusunun memleket için ne kadar büyük faydalar gösterdiğini görürler.
Misafirhane, çocuklar ve analar evi, buna örnektir. Bırakalım buraları, bütün gelişmiş ülkeler arasında kadınlar esaretten kurtuluyor. İnsanlığın yükselmesi için çalışıyor. Daha yakında 1891’deki konferansta Alman Demokrat siyasetçileri bir çok şey istiyor ve beşinci olarak da ” erkekleri kadınlara hakim gösteren bütün kanunlar kaldırılmalıdır”diyorlardı.
Köy hayatı çok hoştur. Tabiatın saf ve masum manzarasını tatlı bir sükunet içerisinde burada seyredebilirsiniz. Yeşillere bürünmüş uzun dağların arasında hafif esen rüzgarla dalgalanan çayırları, meraları görürsünüz. Sürüsüne bakan, orak biçen, çift süren, süt sağan, ekmek yapan, odun kesen bir çok kadınlara rastlayabilirsiniz. Kısa bir hayat için bütün gün çalışıyorlar. İki üç kişilik aile her gün kazandığını yiyerek mutlu bir şekilde yaşıyor.
Köy hayati değişmez. Her yerde hayat aynıdır. Sadedir. Yalnız gelişmiş milletlerin köylüleri sahip oldukları okullar sayesinde cahil kalmaz. Fakat ihtiyaçlar, çalışma şartları vesaire birdir. Bütün köylüler kendileri çalışırlar… Güneşin kızgın ateşi altında şarkı söyleyerek öküzlerini güderler.
Meşhur kadın ressamlar en çok büyük anne ve anne ile kızı tasvir ettikleri gibi köy hayatını da taklit etmekten geri kalmamışlardır. Köyde bir dere kenarında otlayan sürünün yanında toplanmış kız ve erkek birkaç çocuğun oyunlarını anlatan tabloyu ihtimaldir ki bir kadın yapmıştır.
Kaynak: İslamda Feminizm