Hüseyin Rahmi Gürpınar, 1864’de İstanbul’da doğdu. Mahmudiye Rüşdiyesi’ni ve Mülkiye Mektebi’ni okudu. Ayrıca, özel öğretmenlerden Fransızcadersler aldı. Çocukluğunda pek sağlıklı görünmüyordu. Hemen bütün gençlik hayatını aile içinde yaşadı ve kadınların hayatını izlemek fırsatını buldu. Gördüğünü değerlendirmesini biliyor ve mizah açısından eleştirmeğe bayılıyordu. Hemen bütün hayatı, Heybeliada’daki evinde
geçmiştir.
İlk tanıştığı edebiyatçı dostları arasında, ünlü gazeteci ve yazar Ahmet Mithat Efendi vardır. Hüseyin Rahmi, Ahmet Mithad Eendinin romanlarını, hikâyelerini okuyarak geliştiği için, onun etkisinde kalmış, sonra roman yazmaya başlayınca, tıpkı onun gibi romanı en heyecanlı yerde kesip, meselâ natüralizm gibi bir felsefî konuyu veya kalayın nasıl yapıldığını anlatarak okuyucusunu bilgi sahibi yapmaya çalışmıştır.
Nitekim ilk hikâyesinin yayınlanması da Ahmet Mithat Efendi’nin teşviki ve aracılığı ile oldu. “Ayna Yahut Şık” adlı uzun hikâyesi 1888’de yayınlandı ve Hüseyin Rahmi imzası, İstanbul’un edebiyat çevrelerince tanındı. İkdam gazetesi yayınlanmaya başlayınca, Hüseyin Rahmi bu gazeteye geçti ve hikâyelerini yayınlamaya başladı. Gerçekçi hikâyeler yazmaya çalışıyor, kolay okunabilmek için güldürmeyi ihmal etmiyor, okuyucuya yararlı olabilmek için, her fırsattan yararlanarak bilgi vermeğe özeniyordu.
Bu gerçekçilik kaygısında o kadar ileri gidecekti ki, açık-saçık yazdığı için daha sonraki yıllarda mahkemelere düşecekti. Fakat bu sıralarda, halk daha çok acıklı romanlara itibar ediyordu. Hüseyin Rahmi’ye, “Vecihi” gibi açıklı bir roman yazıp yazamayacağı sorulduğu zaman, yapabileceğini söyledi ve oturup yazdı: “iffet”. Tek dramatik romanı budur ve bu romanla Hüseyin Rahmi bütün edebiyat dünyasında tanınmıştır.
Fakat Hüseyin Rahmi, acıklı roman yazmanın mizacına uygun olmadığını biliyordu. Yine eskisi gibi, güldürü dalına geçti ve “iffet”! yayınladıktan bir yıl sonra “Mürebbiye”yi yazdı. Bu roman daha tefrikası sırasında, geniş yankılar yaptı. Bu eserinde Hüseyin Rahmi, toplumun alafrangalık merakını eleştiriyor, çocuklarını Avrupa’dan gelme mürebbiyelerin eline bırakan ailelerin içine düştükleri yanlışlıkları sergiliyordu. Eser de yazarı da bir anda üne kavuştular. Daha o yıl (1918) roman filme alındı. Fakat Fransa büyükelçisi, filmin gösterilmesini uzun süre erteledi. Çünkü filmdeki mürebbiye bir Fransız kadını idi.
Bu ortalığı gürültüye boğan romandan sonra, Hüseyin Rahmi, daha dingin eserler verme yolunu tuttu; bu dönem içinde “Metres”, “Nimetşinas”, “Tesadüf” gibi, ötekilerine göre, derli toplu sayılacak romanlar yazdı. Meşrutiyet’in ilânı tarihi olan 1908’e kadar bir taraftan memuriyet yapıyor, bir taraftan romanlarını, hikâyelerini yazıyordu. Bu tarihte memuriyetten istifa etti ve kendisini büsbütün eserlerine, verdi.
II. Meşrutiyet döneminde “Boşboğaz” adıyla bir mizah dergişi çıkarmaya başladı. Dergisi iyi satılıyor, buraya bağladığı zamanlarının dışında yine romanlarını yazıyordu.
Bir ara Gürpınar’ı, Şehir Tiyatrosu’nun edebî heyetinde görüyoruz (1914). Aktör Kemal Küçük’ün ısrarına dayanamayarak bir oyun kaleme aldı: “Kadın Erkekleşince”. Şehir Tiyatrosu’nda oynanan bu oyun, pek rağbet görmedi ve Hüseyin Rahmi bir daha oyun yazmayı denemedi.
Gürpınar, 5.devre T.B.M. Meclisi’ne İstanbul milletvekili olarak katıldı. Politika ile pek bağdaşamadı. Dört yıllık sürenin sonunda, bir daha namzetliği kabul etmeyerek, yeni baştan yazı hayatına döndü. Eserlerinin geliri ile geçinen seyrek insanlardan biridir. Basın hayatında 50 yılını doldurmuş yazarlar için yapılan jübileye de katıldı; sonra yaşlılık ve yalnızlık içinde Heybeliada’daki köşküne çekilip son günlerini yaşamaya başladı.
Hüseyin Rahmi Gürpınar, yalnız telif eser vermekle yetinmemiş, tercümeler de yapmıştır. Emil Garoriau’den “113 Numaralı Cüzdan”. Yine aynı yazardan. “Bir Kadının intikamı”, Poul de Kock’dan “Biçare Bakkal” bunlar arasındadır.
Tabiî, asıl şöhretini yapan romanlarıdır, İstanbul’un kenar mahalle halkını yerli dil ile romanlarında konuşturması, Batılaşma gayretleriyle düşülen gülünçlükleri neşterlemesi, bütün bunları, mizah dili ile anlatması, onun şöhretini kısa bir zamanda bütün Türkiye’ye yaydı. Romanları, birçok defalar basılmış, mahalle kahvelerinde bile okunan kitaplar arasına girmiştir.
54 telif eseri vardır. Bunlardan birkaçı bugün de yayınlanmamıştır ve müsvedde Halinde mirasçılarının elindedir. Bir devrin sosyal portresini çizmekteki ustalığı ile, yeri kolay doldurulamayacak bir romancımız, yazarımızdır. 1944 yılında sessiz sedasız yaşadığı Heybeliada’daki evinde öldü ve Heybeliada’ya gömüldü.
Türkler programından