Bilgi Birikimi

Eski ve Yeni Kadınlar

Mısırlılar

Mısır, Afrika kıtasının şark şimalisinde Nil vadisinden ibarettir. Mısırlılar, eski, medeni, dindar bir kavim idi. Milattan 2500 sene evvel Hindliler, İranlılar, Museviler, Yunanlılar,
Romalılar ve bütün bu meşhur milletler henüz hâl-i vahşette iken Mısırlılar pek çok evvel toprak işlemeyi kumaş dokumayı, maden işlemeği, resim yapmayı, heykel oymayı, yazı yazmayı bilirlerdi. Onların muntazam bir dinî, bir hükümdan ve bir idareleri vardı.

Bir kavmin tarihi, yalnız erkeklerden değil kadınlardan da bahseder. Esasen o kavmin gelişmişliğini, medeni gelişimini vücuda getiren kadınlardır. O halde bir kavmin dininden, ahlâk, sanayi vesaıresinden bahsetmek kadınları unutmak değildir.

Eski Mısır kadınlan, oldukça serbesttir. Erkekler onların haklarını büsbütün gasp etmemişlerdi. Aile hayatında bile birlikte çalışırlardı. Koca ve karı bir arada evi idare ederlerdi. Mısır kadınları orta boylu, iri yapılı, esmer ve buğday renklidir.

Otuz sene evvelki Mısır kadınları – otuz sene evvel Mısıra giden bir hanım efendi diyor ki, “İskenderiye’ye vapurla akşam üstü girdik. Çok beğenmiştim. Gemiler, vapurlar arasından geçerek karaya çıktık. Mısmn görmeğe değer mahallelerini gezdik. Kısaca (Pulak) sarayı en çok dikkatimi çeken yer oldu. Saray hakikaten bir Mısır Firavununa yakışacak bir azamette idi. Oymalar, taksimat gayet iyidir. Mumyalanmış ölüler odanın duvarlarına dimdik sıralanmıştır.

Bazısının kollarından, bacaklarından birkaç yeri kopmuştur. Yine koca asırlarca yaşamış Mısır eserlerinin bu kadar mükemmel kalması hayret vericidir. Sarayda Mısır tanrılarından (İzis) ve (Uziris)’in heykellerini de gördük. Mısırda kadınlar iki kısımdır. Zenginler, fakirler.

Birinci sınıf: Zenginler, birinci sınıfı teşkil eder. Çokluk sokağa çıkmazlar. Ekseriyetle tanıdıklarına giderler. Bazı hususta ikinci sınıfa benzerler. Mesela (top) giyerler.Top

hane dahilinde giyilir. Bu sınıf çoğunlukla üç renk seçerler. İhtiyarlar genellikle beyaz, orta yaşlılar lacivert, gençler kırmızı giyer.

İkinci Sınıf: Mısırın geniş ve muntazam sokaklarında çokça görülen bu kısım, orta halli ve fakir kadınlardır. Bunlarda top giyer, fakat bunların ki yalnız lacivertle sınırlıdır.
Her iki sınıfta matem: Bunların matem merasimi pek tuhaftır. Zenginlerinki biraz muntazam olur. Cenazeyi getirirken para ile tutulan ağlayıcılar insanı sağır edecek feryatlarla ölen adamın, pek çok mübalağalarla iyiliklerini vücutlarının güzelliğini sayarlar. Hane dahilinde de feryatlarla devam olunur. Hane halkı ve haricinden gelenler odanın etrafına dizilirler. Ağlayıcı kadınlar aynı feryatlara başlayarak dövünür ve ölen adamın güzel vasıflarını saymaya başlarlar.

Bu matem merasimi her iki sınıfta da geçerlidir. Üç sene matem tutarlar. Siyahlar giyerler. Odalarda aynaların üstüne bütün siyah örterler.

Mısırlılarda Düğün: (Niyasalma) nın (Mısır Müslüman Kadınlan) unvanlı kitabından bahseden bir mecmuada şu satırlara tesadüf ettim. “Öncelikle şurasını söylemeliyim ki Kahire de bir kız mutlaka anne ve babasının seçimiyle alınır. Damatlar kendisi için seçilen kızı ancak zifaf gecesi görebilirler. Bu kuralın istisnaları görülürse de henüz pek azdır. Mısır kadınlarının en büyük emeli oğullarını erken evlendirmek olduğundan istedikleri gelini bulmak için ancak düğünden hayli zaman evvel kız aramağa başlarlar ve bunun için bir fellah (Çiftçi) karısının aracılığına müracaat
ederler.

Nihayet resmen talep vaki olur. Fakat bu yöntemde henüz ne kızın ne de delikanlının bir müdahalesi olamaz.

Yalnız delikanlıya annesi, halası ve kız kardeşleri alınacak kızın güzelliğini hemen de fellah karısından aşağı kalmayacak bir abartıyla tasvire çalışırlar.

Genç kıza gelince, onun hakkında böyle bir zahmete katlanmaya lüzum görülmez. Gerçek ne kadar acı da olsa kendisine söylenir. Çünkü itiraza hakkı yoktur.

Ona denir ki; “Erkek her ne türlü olsa bakılamaz. Onun çirkinliği, biçimsizliği, ihtiyarlığı anne baba kabul ettikten sonra kesinlikle dikkate alınmaz. Erkeğin beğenilmeğe lüzumu yoktur. Bunun için çaresiz kıza bir koca bulunduğundan dolayı kendisini mesut addetmekten başka yapacak bir şeyi kalmaz. Esasen o yolda terbiye ile büyütülmüş olduğundan o kendisine verilecek kocayı kabul etmeğe hazırlanmıştır. Evleneceğine dair kendi yanında bir laf açıldığı zaman son derece tarafsız bir lakaytlık göstermesi şifa bulmaz bir sağırlığa müptela olmuş gibi görünmesi şarttır.

Keldaniler

Keldaniye, Asya kıtasında Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki arazidir.

Keldaniler de aile reisi; bir müstebit hükümdar bir aile ilahı idi. Bütün hukuk onun elinde oyuncak kalırdı. Önceleri kadınların aile içinde mevcudiyeti tanınırken daha sonra bütün hakları ellerinden zorla alınmıştır. Mallarının tek sahibi idiler. Fakat aynı zamanda kocalarının zavallı bir hizmetçisi olmaktan kurtulamamışlardır.

Keldanilerde evlilik, ticaretten başka bir şey değildi. Bir kızı satarlar, bir dulu da kiralarlardı. Birden fazla eşle evlilik caiz idi. Fakat evlilik sözleşmesinde “Kız hayatta oldukça kocası başka kadını nikah edemez” şartı bulunursa koca artık bir başka kadınla evlenemezdi. Fakat odalıklar her zaman emrine amade idiler.

Kocaya boşanma hakkı olduğu halde kadın bu haktan büsbütün mahrumdu. Koca ” Karım değilsin” demekle karışım boşayabilirdi. Fakat kadın böyle meşru bir isyanda bulunacak olsa derhal idam olunurdu. İdam cezasının şekli nehirde boğulmaktı. Fahişeler başlangıçta ihtirasla titreyen ellere kurban olarak takdim edilirdi.Sonraları bu ceza idama dönüşmüştür. Keldanilerde serbest evlilik vardı. Bir dul veyahut kız ile erkek birbirlerini isterlerse hakim önünde bunu ifade ederek ailelerinin itirazlarından kurtulur ve birlikte yaşayabilirlerdi.

Keldanilerde halkın alt tabakalarından olan kadınlar gerçekten pek zavallı idi. Bütün ev işlerine, çocuklara her şeye onlar bakardı. Erkeklere ait olması gereken bazı şeylerde kadınların üzerine yüklenmişti.

Hindliler

Hindistan, Asya’nın güneyinde büyük bir yarımadadır. Hintliler en eski kavimlerdendir. Onların eskiliğini anlatmak için bir Hintli rahip çıkarak Heredot’a “Siz Yunanlılar henüz çocuksunuz” diyebilirdi. Hintliler de Mısırlılar gibi pek eski kavimdi.Hintlilerin ortaya koymuş oldukları kanunlar Manu’dur. Manu kadınlara çok fazla hürmet eder “Çiçeği ve kadım incitmemelidir” derdi. Hintliler puta ve ineğe taparlar. Bir ineğin önünden geçerken yere kapanırcasına eğilirlerdi. Hindistan’da Buda denilen bir mezhebin hakimiyeti vardır. Bununla birlikte Müslümanlarda pek çoktur.

Bir kadının kocası öldüğü zaman kendisini de diri diri yakarlardı. Kadının kendi kendini ateşe atması anlatıla mayacak kadar büyük bir iyilikti. Çünkü o kadın sıkıntı çekmeyecek, görevini yapmış olarak gidecekti. Hindistan İngilizlerin hakimiyeti altında tamamen değişmiştir. Doğal olarak eski kadınların varlığını hiç mertebesine sokan cahilce adetler kaldırılmıştır.

Çinliler

Türkler ve Macarlarla aynı ırktan olan bu sarı adamlar çok eski bir kavimdir. Asya’nın doğusunda çok büyük bir arazide devlet kurmuşlar ve zamanımıza kadar yaşamışlardır. Komşuları olan Japonların da yaptıkları gibi uzun zaman dışarı ile ilişkide bulunmamışlardır. Kendi hallerinde yaşamışlardır. Yakm zamanda Avrupa’nın gelişimini kabul edebilmişlerdir. Giyim tarzlarında onları taklit etmeye çalıştıkları halde bazı eski alışkanlıklarını terkedememişlerdir. Çin ordusunu pek güzel giyinmiş göreceksiniz fakat asker ve subayların arkasında örülü saçlara bakarak gülmekten de kendinizi alamazsınız.

Madam Hodroy Meno’nun La’fam da söylediği gibi bir Çinlinin bir çok kansı bulunur. Birisi, birincisi sahibinin emriyle baş kadın olur. Diğerleri küçük kadınlardır. Küçük kadınların esirden farkı yoktur.

Çinli kadınlar dindardır. Bir anne kızını dinsiz yapmak istemez. Daima birlikte mabetlere getirir ve ibadete zorlar. Çinliler çoğunlukla adetlerini günümüzde de korumaktadırlar.
Genç kızların ayaklarını küçültürler. Kız küçük bir ayakkabıyı belirli bir müddet giyer.

Toplantılarda, özellikle resmi davetlerde kadının konumu yüksektir. En çok onlara itibar ederler. Çinli kadınların sanayideki maharetleri meşhurdur. Erkekler derecesinde eserler ortaya koymuşlardır.

Japonlar

Japonya adaları, Asya dağ silsilesinin sahilde son bularak denizde derin vadiler, girdaplar teşkil ettikten sonra birdenbire yükselmiş ve zuhur etmiş kısımlarından ve yükselti ve volkan patlamalarından oluşan şekillerden başka bir şey değildir.

Japonya’nın asıl ismi Nipon’dur. Nî: Güneş, Pon: doğmak demektir.

Japonya arazisi volkaniktir. Şu an faaliyette “54” volkan mevcuttur. Japonlar sık sık deprem olmasından dolayı deyim olarak “Altımızda balina var” derler.

Bir çok yerde Buda mezhebinin kurallarına göre ayin yaparlar. Fakat mevcut dinleri de incelemekten geri kalmıyorlar. 1862 ihtilalinde Şinfuizm mezhebini kabul ettiler. Japonlar Kore’den gelmişlerdir. Vücut yapıları itibariyle Korelilere benzerlikleri vardır. Bunları Avrupalılar 16. asırda Portekizliler tarafından tanımışlardır.

Japonya’da kadınların sosyal durumu Asya kıtasındaki diğer kadınlardan hissedilecek mertebede farklıdır. Eski eserlere, Japonya’nın tarihi geçmişine bir göz gezdirilecek olursa pek çok meşhur kadın simalarına, İmparatoriçelere tesadüf olunur. Bunlardan bazıları cesaret, zeka ve dirayet ile tanınmıştır. Bir kısmı ise bizim kahraman muhariplerimizle yan yana düşen şeci, kahraman kadınlardan ibarettir. Bunlardan başka pek çok şair, hikâye yazarı, sanatkâr mevcuttur.Dokuzuncu asırda Japonya’da Çin lisanının öğrenimi revaç bulmuştu. O zaman milli edebiyatımızın gelişimi bilhassa kadınların elinde idi. Büyük (Genci Monogatari) yazarı Muraraki Shikibu (Makura Nurişi) yazarı Saişunagon ve buna benzer daha bir çok yazarlara sahip idi.

Togo Gava hükümeti idaresinin son zamanlarında Kamaşukin (Khamei Shokin) Hara Saihiu, Yema Saiko, Cho-Koran gibi pek çok kadınlar Çin lisanındaki vukuf ve malumatlarıyla öne çıkmışlardı. Bu devir Rangaçu, Sibu ve saire gibi bir çok şair kadınlar yetiştirdi. İmparotor Hükümetinin kurulmasından önce vatanperver, fedakar kadınların örnekleri ise pek çoktur.

Japonya da kadınlar batılı devletler derecesinde değilse bile yine pek büyük sosyal serbestliğe sahiptirler.

Japonya tarihinde ara sıra dikkate değer kadın simalarına rastlanmıştır. Hatta hali hazırda bile bu gibi kadınlar nadir değildir.

Japonya kadınlarının, boyları kısa renkleri beyaza yakındır. Erkeklerinin tenleri sarıdır. Erkekler Avrupa tarzı kıyafetleri taklit ediyorlar, fakat kadınlar geleneksel kıyafetleri giyinmekten vazgeçmemişlerdir. Elbiseyi kendileri yaparlar. Her şeyde olduğu gibi onları da çiçeklere gark ederler. Misafirperverdirler. Eski düğün ve sair adetlerini hala kaldırmamışlardır.

Japonya’da bir çok ihtilaller olmuştur.Bu ihtilaller kadınlara pek çok iyi şeyler bırakmışür. Bu husus Avrupa ile temasta bulunmağa başladıklarından beri yalnız kadmlar değil bütün Japonlar arasında büyük gelişmeler görülmüştür.

İranlılar

Şarkın en büyük imparatorluğunu kuran İranlılar Ari kavimlerindendir. Silahlı olarak atın üzerinde gezerler ve güzel ok atarlardı.

İran, Basra, Dicle ve Hazar Denizi arasında sıkışmış kuru bir yerdir. Kumluktur. Yazın şiddetli sıcak ve kışın soğuktan pek çok sıkıntı çekilir.

Eski İranlılar bir çok kabilelere ayrılmışlardır. Güneşe (Mitra) taparlardı. Zamanımızda da takdis ederler. Sancaklarındaki güneş maziden kalma olacaktır. Zerdüşt mezhebi çıküktan sonra Ahura Mazde’ye (iyilik tanrısı) inandılar. Onun karşısında Aheriman (kötülük tanrısı) bulunurdu. İranlıların bir kısmı Ahura Mazde’yi, bir kısmı da Aheriman’ı tanımışlardır. Bu iki tanrının yanında bir
çok melek bulunurdu.

İranlılar, inciler, altınlar, gümüşler içine gömülmeye pek alışmışlardır. Bu alışkanlık en çok dindarlarda görülürdü. Zaten bütün doğu toplumları bu hastalığın pençesinden kurtulamamıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatı zamanında alayı görmeye gelen bir yabancı yanındakine sorar:
— En öndeki arabada mıdır?
— Hayır. O değildir. Daha gelmemiştir.
— İkinci mi?
— Hayır.
— Üçüncü mü?
— Hayır dostum yanlış söylüyorsunuz.
— Bu arabalar bir hükümdara ait olabilir. Çünkü gösterişli bir hükümdara layıktır.
— Doğru değil. Padişah bizce o kadar büyüktür ki, onu böyle önemsizce bir vezir arabasına bindirmeye hiçbirimiz razı olamayız.

Halbuki vezirlerin arabaları şaşılacak kadar altınlarla kaplanmıştı.İranlılar önce dar elbiseler giyerlerdi. Daha sonraları Asurîleri taklit ederek onlar gibi bol giyinmeye başladılar. Kadınlar da böyle yapmaya başladı.

İranlılarda düğün: Küçüktüm. Tüccardan birisinin kızının düğününe davetli idik. Ben dadımın elinden tutmuş etrafıma bakınarak gelin evine doğru gidiyordum. Kışın en güzel günlerinden biriydi. Kar yoktu, yaz gibi sıcaktı.
Yolda dadıma sordum;

— Bu düğün Acemlerin memleketlerindeki düğün gibi mi olur?
— İlahi oğlum. Sorduğun şeye bak. Ben oralara gittim mi? Ne bileyim dedi.
Düğün evi büyüktü. Kapıdan girdik, beş altı çocuğun bir kenarda oyun oynadığını gördüm. Her şeyi unutmuştum. Telli, duvaklı gelini görmeye de gitmek istemiyordum.
Çocukların karşısında durdum. Siyah kalpakları, kızıl hırkaları vardı.Bilmediğim bir şeyden konuşuyorlardı.
“Bunlar ne konuşuyorlar? dedim;
— Sen anlamıyor musun?
— Senin anlamadığın şeyi ben anlar mıyım çocukcağız dedi dadım. Biz başka onlar başka. Elbette anlamayacaksın.
Sen acem yavrusu musun?
ikinci kata çıktık.Merdivenin karşısında büyük bir kapı vardı. Beyaz çiçeklerle süslenmişti. Dadım açık kapıdan kalabalığı göstererek:
— İşte beyim gelinin olduğu yer burası dedi.
İçeriye girdik. Bir çok kadınlar duvar yanında minder üzerine oturmuşlar, halka olmuşlardı. Odanın ortası boştu. Gelin karşıda yüksek bir sandalyede oturuyordu. Biraz bekledikten sonra yandaki küçük kapıdan iki çengi çıktı. Ortada oynuyor, herkes alnına para yapıştırıyordu. İki kadın tef çalıyordu. Orada bulunanların hepsinin giydikleri boldu.

Araplar

Yeryüzünün çeşitli yönlerine yayılmış olan Araplar, Sami ırkındandır. Asya ve Afrika’nın kuzeyine ve Avrupa’daİspanya’ya kadar gitmişlerdir. Cengaverdirler. Arap mimarisi pek büyük gelişme göstermiştir. Ispanya’da bıraktıkları eserler zamanımıza kadar yaşamış ve güzelliğine halel gelmemiştir. El Hamra Sarayı buna pek güzel bir örnek olabilir.

Arap kadınları arasında pek çok şairler ve şecaat gösterenler vardır. Hükümdarlarda yetişmiştir.

Bir makalede tiyatro, balo, resim, heykelcilik, para alış verişinde bulunmak, bayramlarda veya özel günlerde çiçek hediyeleşmek, selamda baş eğmek, baş açmak gibi adetleri vaktiyle Araplarda da bulunduğu söyleniyor. Dinleyiniz: ” Balo, Mısır’da hükümdarlık eden Türk hükümdarlar ve Çerkezler tarafından bilinir ve kullanılır idi. Yalnız buna kadınlar iştirak etmezdi1′. (Makrizi) diyor ki:
“Eşrefî namıyla bilinen Makrini bina edince idarecileri ve halkın ileri gelenlerini kasra davet eder. Orada toplanırlar, raks ederler. Hazinedarın elinde altın dolu torbalar bulunurdu. Dansözlerin raks ettikçe başlarına altın serperdi.

Bu adet onlara Moğollardan gelmiştir. Araplar kağıt ve deriden nakit veya para alış verişinde bulunurlardı. Bu çeşit nakdi kullanan Hazret-i Ömer (r.a) dir.

Özel günlerde, şimdi Avrupa’da olduğu gibi, Araplarda da çiçekle hediyeleşmek vardı. Saygı gösterisinde şapka çıkarırlardı. Kenâne kabilesinden (Yakup) ve daha yedi kişi namına heykel diktiler . Zamanla bu heykeller sanem (put) olmuş ve herkes bunlara ibadet etmeğe başlamıştı. Araplarda kadmlar giydikleri elbisenin eteklerini uzun yaparlardı. Kızları erken evlendirirler, on yaşında kadın olanlar az değildir.

Düğün: her yerde evlilik merasimi başkadır. Bingazi’de kız, gelin olacağı gün, düğünden önce ve sonra evinde oturur. Mekke’de bu merasim ise şöyledir; damadı gece alayla gezdirirler, gelin olacak kız, erkek gibi göz kapakları yapışık oturur. Damat gelir, su ister, gelinin yüzünü yıkar ve gözünü açar. Biraz sonra zenginliğine göre kızın yüzüne para yapıştırır, yenge hanım ise bunları birer birer
toplardı.

Eski adetlerden bazısı zamanımıza kadar kalmıştır. Boyunlarına, kulaklarına, ayaklarına ve kollarına madeni ve hayvan kabuğundan halkalar takarlardı. Altın, mercan, küçük boncuklar ile üzerlerini süslerlerdi. Böyle altin, mercan ve küçük boncuklarla süslenenlere köylerimizde tesadüf olunur. Sarı paralan, bir araya dizerek boyunlarına birer halka yapıştırarak kulak ve parmaklarına takarlar.

Yunanlılar

Yunanistan Avrupa’nın güneyindedir. Yunan tanrıça ve tanrıları: Afrodit, yani Venüs, Artemiz (Dayan), Atene (Minerva), Zeus yani Jüpiter, Efayestos, Hermiş, İstiya, Krunos, Ades ve Pozedon’dur.

Yunanlılar içinde kadınlara en çok önem veren Ispartalılar olmuştur. Kızlarına son derece dikkat etmişlerdir. Erkek çocukları nasıl (Artemiz) yortusunda tanrıçanın önünde kan çıkıncaya kadar kamçılıyor ve orduya hazırlanmış bir” şekilde sokuyorlarsa kızları da, sağlam çocuk anası olması için erkekler gibi yetiştiriyor, koşmayı, sıçramayı, daire ve ok atmayı öğretiyorlardı.

Milet şehrini tesis eden İyonyalılar kadınlarından hiçbirini yanlarında getirmemişlerdi. Bunlar Anadolu yerlilerinin oturduğu şehirlerden birini zapt etmişler, bütün erkekleri katlettikten sonra telef olanların karıları ve kızlarıyla zorla evlenmişlerdir. Rivayete göre bu kadınlar kocalarıyla beraber yemek yememeğe, onları koca diye çağır mamağa yemin etmişlerdir. Bu adet Milet kadınları arasında asırlarca devam etmiştir.

Ispartalılar, sağlam ve cesaretli kadınlarıyla ne kadar şöhret almışsa, diğer Yunanlılarda bilakis kızlarını evde hapse mahkum etmişler ve kadınlara o kadar önem vermemişlerdir.

Yunanlı kadınlar, cesaretleriyle şöhret bulmuşlardı. Erkekleri savaşa teşvik eden onlardı.

İtalyalılar

İtalya Avrupa’nın güneyinde uzun bir yarım adadır. Şimdiki İtalyalılardan, güzel sanatlarda en ileri giden bir gelişmiş millet olmaları bahsini sonraya bırakalım. Eski Romalılardan, musiki ve danstan nefret eden şimdikilerin dedelerinden bahsedelim.

Bir Romalı kadın; Hiçbir vakit hür değildi. Doğduğu zamandan ölünceye kadar bir hakimin nezareti altında bulunuyordu. Pederine evlenip kadın oluncaya kadar tabi idi. Ondan sonra zevcin hakimiyeti alüna girerdi. Hayat ve mematı kocasının elinde idi. Fakat aile arasında erkek derecesinde kadının da konumu vardı. Esirlere kumanda eder, iplik büker, çocuklara nezaret eder, evin idaresine bakardı.

Romalılarda izdivaç evvele bir ayin-i dini şeklinde başlamıştı. Peder kızını daima dışarı verirdi. Gelin alayla zevcinin evinin önüne gelir, su ve ateş alırdı. Sonra aile tanrılarının huzurunda kocasıyla beraber undan yapılmış çörek yerdi. O vakit bu evlilik şekline (Konferreçuyu) Çörekle evlilik derlerdi.

Sonraları halk arasında bir takım evlilik şekli çıkarılmıştı. Bazen kız satılırdı. Buna anlaşma ile evlilik ve bazen de kocasıyla bir sene yaşadıktan sonra evlilik yapmış sayılırdı. Buna da alışmalı evlilik derlerdi. Romalılar kızın talim ve terbiyesine dikkat etmezlerdi. Onun için kadınlar cehaletten kurtulamazlardı. Bir kadında her şeyden evvel ciddiyet ararlardı. Methetmek için mezarlarına,
“evine iyi bakar, yün eğirirdi” diye yazarlardı. Roma kadınları, doğu dinlerine ve süslerine pek kolay kapıldılar. Bir aralık kadınların çok süslü elbiseler ve mücevherat kullanmalarını men için kanunlar yapılmıştı. Fakat sonra onlarda lağvedildi. Kadınlarda erkekler gibi serbest kaldı.

İlk önceleri koca mutlak hakim iken sonraları, kadın kocası üzerine nüfuz kurmaya başladı. Eskiden boşamak kocamn hakkı idi. Sonra kadında bu hakka sahip oldu. Evlilik o kadar kolaylaştı ki; aydın çevrelerde buna “geçici beraberlik” derlerdi. Silla, Sezar, Antiuran bir çok defa evlenmişlerdir. Romalıların tanrısı pek çoktu. Her şeyin bir tanrısı vardı. İnsanlar doğduğu zamandan ölünceye kadar, ağaçlar, dağlar ve suların hep bir çok tanrıları vardı.

Roma tanrıça ve tanrıları: Jüpiter, Janos, Volkan, Neptün, Seres, Mars, Merkür, Minerva, Serenon. İtalya’ya ayak basan bir seyyahı, başına üşüşen kılavuzların ilk götürecekleri yer Napoli şehridir. Elinde bir kaç sayfalık rehberi olmayan seyyah bu hilekar kılavuzların oyuncağı olmaktan kurtulamaz.

Napoli’nin en mükemmel oteli, (Otel Kontinental) dir. Bütün seyyahlar Vezo’yu karşıdan pek iyi gören bu otele giderler. Bu beş katlı yüksek binanın gerek dahilen, gerek haricen manzarası şayan-ı hayrettir. Yalnız burada değil, bütün İtalya’nın otellerinde garsonlar en aşağı üç lisan bilirler. Gayet naziktirler.

Şehrin şayan-ı temaşa mahallelerini gezmek için bir gün dinlendikten sonra otelden çıkılır. Otelin önündeki enli rıhtımda giderken kol kola girmiş büyük ve küçük bir çok simalara, İtalya’nın bahtiyar ailelerine tesadüf edilir.

İtalyanlar arasında zengin pek azdır. İkinci sınıf halk içinde fakirlikten inleyenler vardır. Dilencilik yasaktır. Yolda giderken sırnaşık birinin yaklaştığı ve şapkasını çıkararak “Sinyor, sinyora kartolina postal İtalyana” diye yalvardığı görülür. Dilenmek yasak olduğu için bütün dilencilerin elinde böyle satacak şeyler bulunur. Bir seyyaha tesadüf ettikleri zaman polise görünmek korkusuyla etraflarına bakınarak yanına yaklaşırlar. Para isterler. Şayet polise verileceği söylenecek olursa derhal savuşup giderler.

İtalyalılar güzel sanatlarda pek ileri gitmişlerdir. Hemen her yede, her köşede bir kadın, bir erkek ve bir çocuktan oluşan küçük bir çalgıcı heyeti görürsünüz. Tiyatrolar, gazinolar, kiliseler bu çalgıcılarla doludur.

Yolun kenarında bir çocuk görülür ki, oturmuş kömürle resim yapıyor. Diğer bir kız elinde küçük değneği sallayarak yeni çıkan şarkıyı mırıldanıyor. Müstebit (vezo)’ nun tahrip ettiği zavallı yerler görmeğe gidilirken bir çok köylü kadınlara tesadüf olunur. Renkleri sarı, boyları ortadır. Daima güler yüzlüdürler ,

Napoli asarından içi boyanmış bir çok istiridyelere müşteri bekler. Birisi bunların önünde duracak olsa genç kadın başını eğmiş durur. Bir aralık alaycı bir eda ile ” Mösyö alacak mısın?” diye sorar. O temiz yürekli hassas kadmın önünde bulunup da cidden o zerafet üzerine “Rikordodı Napoli” yazılı sigara tabaklarından almamak kabil değildir.

Bir beldeye yahut kralın tiyatrosuna gidilecek olsa, ikiyüz, üçyüz kişiden oluşan mızıka ile binlerce oyuncular hayretle görülür. Bazen Japon köyünü gösterirler ki, koca sahne o saat Japonlaşır. İnsan varlığını unutarak oyunu seyre dalar. Güneş aheste aheste doğar, koca sahne bir çok kuklalar, Japon kadınlarıyla dolar. Bazen de cenneti gösterirler ki insan o elektrik ışıkları arasında gerçeği unutarak güzel İtalyan kadınlarını uçuşurlarken melek zanneder.

Kaynak: İslamda Feminizm (Hali Hamit)

Exit mobile version