• Sınıf Seçiniz

  • Branş Seçiniz

  • İçerik Türü

  • Ara

Muhteşem Süleyman’ın Şahsiyeti ve Bunun Devlet Yapısına Yansıması

Kanuni, Şehzadelik döneminde fazla aktif olmayan biriydi. Bu yüzden sarayda ve orduda Yavuz Sultan Selim’in şiddet kullanarak bastırdığı ayrımcı gruplar, deneyimsiz, kararsız ve beceriksiz zannettikleri bu padişahın tahta çıkışına bakıp umutlanmış ve sevinmişlerdi. Kendilerinin edindiği izlenim, Kanuni’nin Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim kadar kararlı ve yetenekli
bir lider olamayacağıydı. Ama hiç de bu grupların düşündüğü gibi olmamış, Kanuni Sultan Süleyman kısa bir süre içinde babasının bıraktığı eseri sağlamlaştırmış, devletin iç barışını sağlamış ve sınırlarını ordularının etkin güç oluşturabildiği en son noktaya kadar genişletmiştir.

Süleyman’ın, babası Yavuz Sultan Selim’e benzemeyen bir yönetim anlayışı vardı. Selim her konuda kestirip atan, tek bir irade gibi davranan ve karar veren bir padişahtı. Sadrazamlarının, kendisinin aldığı kararlara ufak bir karşı çıkışta bulunmalarında bile kellelerini uçurmuştu. Kanuni döneminde, Sadrazamlar oldukça fazla girişim ve hareket serbestisine sahip oldular. Bu da
gösteriyor ki padişahın aldığı kararlarda Sadrazamlarıyla yaptığı sıkı iş birliği önemliydi.

I. Süleyman’ın liderlik anlayışı da, babası Selim’den farklıydı. Kanuni’nin huzurunda meydana gelen ve babası Yavuz’un dönemini sorguladığı bir diyalog, babasının politikalarına bakış açısını biraz olsun açıklamaktadır. Hoca Sadeddin’in verdiği diyalogdan bazı bölümler:

“Canına rahmet, merhum babam [Haşan Can] derdi: ‘Bir gün rahmetli İbrahim Paşa, cennetmekân Şah Sultan Süleyman Han Hazretlerinin (cennet ve rahmet ona olsun) ünlü ve keremli katında bana dönerek dedi ki; ‘Merhum Sultan Selim Hazretlerinin gizlerinin ortağı, yoldaşı ve sırdaşı idiniz. Ettiklerinin gerçek sebepleriyle ilgili kesinkes bilginiz vardır.

Padişah (Kanuni) Hazretlerinin merhum babaları kim ki tutumlarına itirazları bulunmaktadır. O davranışların cevapları varsa, açıklanması istekleridir.’ Padişah (Kanuni) Hazretleri dahi merhumun affına sığınıp buyurdular ki, ‘Bizim Hazretlerine (babası Yavuz’a) itiraz ne haddimizedir! Haşa ki, biz onlara itiraz idevüz. Sen kuşkunu anlat.’ İbrahim Paşa dahi dedi ki; ‘Önce bir
kuraldır ki «elçinin görevi sadece duyurmaktır» (el- Maide, 99) kavramı her şeyi bilen gönlünde açık ve «elçiye zeval olmaz» sözü temiz hatırlarında belli iken, Kızılbaştan gelen elçileri hapse attırmasını nasıl açıklarsınız? Özellikle Mir Abdülvahhab gibi bir azizi, ki gerçekten seyyidlerden soylu ve ömrünü bilime adamış bir kimseydi, onu hapsettirmek uygun muydu?”

Hoca Sadeddin’in babası Haşan Can, bazı izahlardan sonra Seyyid Mir Abdülvahhab’ın hapsedilmesini Kanuni’ye şöyle izah eder: “Mir Abdülvahhab’a Şah’a barışı sağlayacağına dair söz verdiği ve de o aşağılanmaya layık kavmin, kılık kıyafetiyle katma geldiği için kırılmıştı.”

“Paşa ikinci kez dedi ki; ‘ Töre ve yasa daha önce gelen padişahların tutumuyla davranmaktadır.’ Şah’ın eşini başkasıyla evlendirmek yerinde miydi? sualine karşı Haşan Can şu cevabı verir: ‘Ben de dedim ki, o kararı bilginlerle danışarak almıştır. Şer-i şerifin ruhsat verdiği işi eylemeğe itiraz olur mu? Özellikle evlenen bilginlerin önde geleniydi.” “Şeraita uygun olmasa niye nikâhına
aldı? Hem gerçektir ki, onlarda şeriat nikâhı olmaz. Nikâhları mit’adır (Muta nikâhı). Çoğu kez nikâhsız yaşarlar, özellikle kendini bilmez Şah’ın büyük küçük herkesin evine dalıp, mahremlerine çirkince sataşmayı başlıca alışkanlık yaptığı da yaygın söylentilerdendir. Ayrıca o hatun, beylerinden birinin eşiyken beğenip kendisine almıştır. Çoğu kadınları da buna benzer yollardan haremine toplanmıştır.” “Öyleyse has haremi neye göre oluşmuştur ki, başkasına eş olarak verilmesi töreye aykırı düşe. Özellikle bilim şerefiyle değerlenmiş, olgunluk ve bilgelik süsleriyle bezenmiş bir kimseyle evlendirilmesin.” Bundan başka yukarıda açıklanan davranışlarındaki ana düşüncenin bir uygulamasıydı bu evlendirme, özellikle Şah’ın gönlünde üzüntülere yol aça ve tasarılarını uygulamaya güçlü bir dayanak olarak bu tutumu seçmiş ola.” Görüldüğü gibi bazen Kanuni devlet adamlarıyla yapmış olduğu konuşmalarda, babasının tavrım eleştirmiştir.

Kanuni Sultan Süleyman, Saltanatına, babasının şiddet siyaseti yüzünden yabancılaşan tebaasının bağlılığını yeniden sağlamak için, adalet ve erdemi gerçekleştirmekle işe başladı. Sultan Selim zamanında getirilen İran’la ticaret yasağı halk tarafından benimsenmemiş, İrartlı tüccarlar da bu durumdan büyük zararlar görmüşlerdi. Süleyman, ticaret özgürlüğünü yeniden tanıdı ve malları ellerinden alınanlara haklarını yeniden verdi. Yine Sultan Selim zamanında Azerbaycan ve Mısır’dan zorla getirilen sanatçı ve aydınlara, eğer isterlerse evlerine geri dönecekleri bildirildi. Ancak bu kesimin ülke kültürüne sağlayacağı katkılar düşünülerek özendirici önemlerle de kalmaları sağlandı.

I. Süleyman zamanında aynı adalet mekanizması devlet memurları için de geçerli idi. Onun zamanında valileri, sancak beylerini, hakimleri, görevden almak yoktu. Herkes makamında güvenle otururdu. Görevden alma ancak ağır bir suç işlenmesi sonucunda olur ve görevden atılan bir daha devlet memurluğuna alınmazdı. Örnek vermek gerekirse Hadım Süleyman Paşa olaymı anlatmak yerinde olur: Hadım Süleyman Paşa Mısır’ın fethedilmesinden sonra, bu eyaletin başına vali olarak atanmıştı. Eyaletin ilk yıllık vergisini sekiz yüz bin düka altın olarak Osmanlı hâzinesine göndermişti. Daha soma Mısır valisi Hüsrev Paşa olmuş ve eyaletinin vergisini bir milyon iki yüz bin altın olarak yollamıştı. Bu durum göze batmış ve Süleyman ın etrafındakiler: “Bu adam bu kadar vergi gönderebildiğine göre, demek ki bir önceki vali Hadım Süleyman Paşa devletin parasım çalmış” diye fikir beyan etmişlerdi. Ama padişahtan hiç ummadıkları bir cevap aldılar. Süleyman:

Mısır’ın eski valisi Süleyman Paşa çalmaz, şimdiki vali Hüsrev Paşa hakkında soruşturma açılsın.

“Ama padişahımız, bu adam size fazlasıyla vergisini gönderdi.”

Kanuni:

“Şunu iyi bilin ki birkaç yıl içinde bir eyalette 500.000 altınlık vergi fazlası olmaz. Demek ki bu adam halka zulmediyor ve fazlasıyla vergi topluyor” diyerek meselelere çok farklı yaklaştığım ve adil bir lider olduğunu göstermiştir.

Sultan Süleyman’ın adalet anlayışı, doğuya ve batıya yaptığı büyük savaşlarda da kendini göstermişti. 200.000300.000 kişilik ordularla büyük zaferler kazanmış; zafer kazandığı bu topraklarda, köylünün, kadının, çocukların kılına bile zarar gelmemişti. Halkın namusuna dokunulması şöyle dursun, atım herhangi bir tarlaya sürüp bir tutam buğday yedirenin kafası uçurulmuştu.

Meşhur akıncı beylerinden Gazi Bali Bey’e gönderdiği bir mektupta bir lider olarak adalet mekanizmasına bakış açısını çok güzel göstermiştir.

Büyük akıncı komutanlarından biri olan Bali Bey (Koca Bali Paşa) (ö. 1453), Belgrad Kalesinin muhafızlığına getirilmişti. Aynı zamanda Kanuni’nin akrabası olan (halasının oğlu) Bali Bey akınlar sırasında gösterdiği başarılardan sonra Kanuni’ye bir mektup yazmış; padişahtan kendisine bir tuğ verilmesi talebinde bulunmuştu. Kısacası Bali Bey, Sancak Beyi olmak istiyordu. Bu isteğe
karşılık Kanuni’nin gönderdiği mektupta şu satırlar yer almaktadır:

“Gazi Bali Bey’e…
On sekiz tane kale fethetmişsin. Berhudar olasın. İki cihanda yüzün ak, ekmeğim sana helal olsun. Benden bütün bunların karşılığında bir sancak beyliği rica etmişsin. Yalnız Gazi Bali
Bey, henüz senin için sancak beyliği uygun değildir. Gerçi sen bize çok hizmet ve iyilik ettin. Biz de bu hizmetlerin karşılığında sana üç tane iyilik ettik. Biri budur ki sana ‘Emirü’l-Mü’minin hitabıyla hitap ettik.

İkincisi budur ki sana Hil’at-i Fahire (Değerli bir kaftan) gönderdim.

Üçüncüsü Hazret-i Resul-ü Ekrem (s.a.v.) Efendimizin tuğunu verdik. Seni bu üç önemli şey ile yücelttik. Bunların üzerine asla bir ihsan olmaz. Bundan sonra sen bütün bu iyiliklerin karşısında şükretmeli ve her işi Allah’tan bilmelisin. Katiyyen kendine gurur yapmayasın. Kendi kılıcım ile bu kadar kale fethettim demeyesin. Memleket Allah’ındır. Saniyen Hazret-i Peygamberindir. Salisen emr-i Hak ile Halifenindir.

Bey olmak iki kefeli bir terazidir. Bir kefesi cennet, bir kefesi cehennemdir.

Her iyiliğin kaynağı adalettir, adil olmayanın elinden çıkan iş kötü iştir. Peygamberimiz bir günün adaletinin, yetmiş yıllık ibadetten üstün olduğunu söylemiştir.

Öyle insanlar vardır ki, ellerinde fırsat yok iken iyi, uyumlu görünürler, ellerine fırsat geçince nemrut kesilirler. Hizmetinde kullandığın adamların dış görünüşüne aldanma, paraya ve mala tapanı devlet hizmetinde kullanma. Çünkü o adamlar, Allah’ın bana emanet ettiği halkı ezerler. Bu durumda sorumlu da ben olurum. Ey Gazi Bali Bey, gelirim masrafıma yetmez diye üzülme, ne dileğin varsa benden iste. Sana emanet ettiğim askerlerimin ve halkımın gençlerini evlat, yaşlılarını baba, yaşıtlarını da kardeş bil. Bilhassa fakire, fukaraya şefkat ve sevgiyle yardım et.”

Kanuni görüldüğü gibi ülkenin tek otoritesi olmasına rağmen akrabalarına kesinlikle iltimas tanımamıştır. İnsanları görevlendirirken kesinlikle adalet mekanizmasını uygulamış, yeri gelmiş bir çobanın oğlunu bile Sadrazamlığa getirmiştir.

Kanuni’nin en büyük tutkusu saltanatının ilk zamanından itibaren başlayarak, gelecek çağlara ününü yansıtacak büyük eserler bırakmaktı. Öncelikle İstanbul’da olmak üzere bütün şehirlerin imarına önem vermiş, İstanbul’da Süleymaniye, Sultan Selim, Şehzade Mehmet ve Cihangir camileri, kızı Mihrimah Sultan adına Edimekapı ve Üsküdar’daki camilerle, Hurrem Sultan adına Haseki Sultan Camii ve külliyelerini inşa ettirerek, İstanbul’un çehresini değiştirmiş; öteki büyük kentlerde de aynı şekilde imar faaliyetlerini sürdürmüştür.

Kanuni döneminde İstanbul, doğunun ve batının en büyük ve en hareketli şehri durumuna gelmiştir. Su kemerleri, su yolları, köprüler, hanlar ve kervansaraylar yapılmış; ele geçirilen yerlerdeki kilise ve manasürlar restore edilerek camiye çevrilmiştir. İşte bütün bu mimari eserlere damgasını vuran da Mimar Sinan’dır.

16. yy. Türk mimarisine damgasını vuran bu isim olmasaydı, Osmanlı sanatı çok eksik kalırdı. Kanuni Sultan Süleyman’ın adına yapılan eserlerin hepsi, istisnasız bu büyük mimarın elinden çıkmıştır. Kendisi de bir lider olarak Mimar Sinan’a gereken önemi vermiştir. Bununla ilgili o dönemlerde anlatılan bir öykü vardır. Bu öykü Sultan Süleyman’ın hem yüce gönüllüğünü hem de sanatçıya verdiği önemi göstermektedir:

Süleymaniye Camii’nin yapıldığı günlerde Mimar Sinan bir süreliğine inşaata ara verdiğinde bazı fesat kişiler padişaha:

“Bu mimar, binayı çamurdan bile çıkaramayacak durumdayken kubbenin nasıl durduğuna kendisi bile şaşar Kubbenin duracağı şüphelidir. O, gününü geçirmeye çalışıyor, cami ne zaman bitecek belli değildir” demişler. Kendisi hakkında yapılan dedikodulardan haberdar olmayan Mimar Sinan, bu arada mermercilerde gün geçirerek, mihrab ve minberin nakışlarını tanzim ile uğraşmaktadır. Bir gün Sultan Süleyman oldukça asık bir yüzle inşaatın olduğu alana gelir ve Mimar Sinan‘a:
-“Bu bina ne zaman biter, hemen bana haber ver,” Der.
Mimar Sinan o anda Allah’ın kudretiyle diline geleni söyler:
-“Padişahımız, iki ayda tamam olur,” inanmaz gibi görünen padişah bir kez daha sorar ve yine;
-“İki ayda bu cami tamam olur,” cevabını alır.
-“Mimar, mimar hele bu cami iki ayda bitmesin o zaman seninle konuşuruz.” deyip gider. Padişah sarayda hazinedar başına ve diğer ağalara:
-“Cami-i Şerifin daha kaç yıllık işi var, mimarbaşı korkusundan delirdi, iki ayda biter dedi” der.

Mimar Sinan ise bu sözü verdikten sonra işçilerini toplayarak gecesini gündüzüne katıp, Cami-i Şerif’i söz verdiği zamanda bitirir ve kapılarını kapayıp padişaha bitti diye haber gönderir. Caminin açılacağı gün anahtarlarını eline verir. Sultan Süleyman Has odabaşına dönerek:

-“Cami-i Şerifin kapısını açmaya layık olan kimdir?” diye sorar, o da:

“Sultanım, Mimar Si-nan Ağa bence Pîr-i azizdir ve bu kapıyı açmaya kendisi layıktır,” deyince Sultan Süleyman anahtarı Mimar Sinan’a uzatır. Çünkü bu mimar İstanbul’u muhteşem biçimde taçlandıran Süleymaniye ile Kanuni Sultan Süleyman’ın düşlerini gerçekleştirmiştir. Kanuni de Mimar Sinan’a caminin anahtarım vererek bir lider olarak sanatçıya verdiği değeri göstermiştir.

Kanuni mimari eserlerin yanı sıra minyatür, hat sanatı, resim ve çiniciliğe de önem vermiştir. Örneğin Topkapı Sarayı’nm minyatür atölyesinde yirmi altısı Türk, otuz beş kişi çalışmaktaydı. Özellikle Kanuni döneminde Türk minyatürünün gelişmesini sağlayan minyatür sanatçılarının ortaya çıktığını görmekteyiz. Matematikçi, yazar, bilim adamı ve aynı zamanda minyatür sanatçısı olan Matrakçı Nasuh’un, Kanuni’nin Irakeyn seferinin tasvirine ilişkin hazırladığı “Surname” ve Hünername adlı iki eseri Türk Minyatür Sanatı açısından önemlidir. Devrin tanınmış ressamı Nigârî de ününü portreciliğe borçludur. Hat ustaları arasında da, Şeyh Hamdullah ve öğrencileri ile Ahmet Karahisarî ve Sarhoş İbrahim’i zikredebiliriz.

Kanuni şiire de önem vermiş, Muhibbi mahlâsıyla şiirler yazmışın, şairler, sanatçılar, hukukçular, ilahiyatçılar, tarihçiler, bilim adamları kısacası halkın önde gelenleri her zaman sarayın en seçkin konuklan olmuştur. Kanuni onlara maddi açıdan da destek oluyordu.

Türk şiirine çok büyük katkısı olan Fuzulî Leyla ile Mecnun’u Kanuni döneminde yazmıştır. Zâti, Hayâli, Aşık Çelebi ve Figânî gibi şairler de bu dönemde yetişmişlerdir. Şan, şöhret, düzen, refah, saygınlık bakımından Kanuni Sultan Süleyman devri yalnız Osmanlı İmparatorluğu’nun değil; Türk tarihinin en emsalsiz dönemidir. Bu yüzden bütün tarihçiler XVI. y.y’ı “Türk Asrı”, “Süleyman Asrı” olarak belirtmişlerdir.

Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman adına Divân-ı Hümayun’da alınan kararlan gösteren, 1564-65 yıllarına ait mühimme defterlerinden seçilen aşağıdaki ferman özetlerinden, devrin muhteşemliğini, Kanuni’nin kişilik yapısını ve liderliğini görmek mümkündür:

Yorum Yazarken Türkçe Kurallarına Uyarak Yazınız Lütfen!

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Menü